Maltepe Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
DSpace@Maltepe, Maltepe Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.
Güncel Gönderiler
Barınma hakkı ve “Tüccarlığı”
(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Erşahin Soltekin, Esra Nur
“Yasalara uygun yapılan kötülükler, yasalara ay- kırı yapılan kötülüklerden daha çok” diyor Antigone, Kemal Demirel’in kaleme aldığı oyunda. Bakışını realiteye çeviren bir “kişi” ise, bu tür “hukuk içi-etik dışı” örneklerin bin bir türlüsüne rast gelebiliyor. Bir deprem sırasında ilk çökecek yerlerden kabul edilen balkonların, 1.5 metreye kadar ‘kon- sol’/‘çıkma’ olarak tasarlanabileceğine ilişkin madde her ne kadar Plânlı Alanlar İmar Yönetmeliğinde yer alsa da, bu durum ‘yumuşak kat’ oluşmasına önayak olduğu için, yaşanan depremlerden sonra pek çok binanın zemin katlarının çöktüğü ve o sırada binadan kaçmak üzere giriş kapısına yönelen insanları yuttuğu görülüyor. Böyle olaylara “kurban gitmek” istemeyenler ise, kiralayacakları ya da satın alacakları bir daire ararken, eğimli bir arsa üzerine bitişik nizamda inşa edilmiş binaların “birbirlerine destek olduklarını” söyleyerek depreme karşı daha dayanıklı durumda olduklarını belirtenler ya da böyle bir yalan uyduranlar karşısında, kendilerine de neyime dayalı bazı ölçütler belirlemek zorunda kalıyor. Bunlardan en dikkat çekeni, o binada, binayı yaptıran kişinin binanın müteahhidinin (yüklenicisinin) ya da toprak sahibinin oturup oturmaması oluyor. Çünkü varsayılıyor ki, bir kişi en azından kendi canını hiçe saymaz ve kendisinin de yaşayacağı bir yeri yaptırırken “malzemeden çalmaz”. Bir müteahhidin, yaptırdığı binada kendisi ya da herhangi bir yakını/tanıdığı yaşamayacağı için usulsüzlük yapmaktan çekinmediği durumlarda, söz konusu kişinin gözünde o bina yalnızca bir araç, onun yatırım aracı, sermayesini katlamasının bir aracı oluyor. Hal böyle olunca, “kişilerin yüzlerinin silinmesi” olgusuyla karşı karşıya kalınıyor: Beşiğinde uyuyan bir bebek, kardeşiyle oynayan bir çocuk ya da ders çalışan bir genç, yok sayılıyor; onların yaşayacağı konut başka bir ifadeyle, her birinin barınma hakkı, cebine daha fazla para girmesini amaçlayan tarafların pazarlık masasına seriliyor ve bir tür ticaret başlıyor. Bu amaçla eylemde bulunulduğunda ise müteahhitlik, insanların “barınma hakkının tüccarlığı” olmaktan öteye gidemiyor. Dahası bu “tüccar”ların, yaptırdıkları binalarda ‘şantiye şefi’ olarak görevlendirilecek mimarların imzalarını satın almaya çalıştıkları; en acısı da, bir mimarın mimarlığın ne olduğunu ve mimar olarak sorumluluğunu bilmeyen bir mimarın bunu kabul ettiği ve hiç denetlemediği bir binanın “usulüne uygun yapıldığının altına imzasını attığı görülüyor.
“Yoksul ve dar gelirli kitlelere öncelik tanımak gerek”
(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Keleş, Ruşen
Dur durak bilmeksizin inşa edilen onca konuta rağmen, dünya üzerinde bir milyara yakın insanın başını sokacak bir evi yok. Oysa barınma hakkı, temel insan haklarından biri. Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ruşen Keleş, bu sorunun temelindeki asıl nedenin gelir dağılımındaki dengesizlik, ödeme güçlüğü ve yoksulluk olduğuna dikkat çekiyor. İnsanların insanca yaşayabilecekleri yaşam ortamlarının oluşturulmasında başrolü oynayan mimar, mühendis ve kent plancılarının görevlerinin gereğini hakkıyla yerine getirmeleri gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Ruşen Keleş ile temel insan haklarından biri olan barınma hakkını ve barınma sorununu konuştuk.
Sağlık hakkıyla ilgisinde barınma hakkı
(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) İpekyüz, Necdet
Etik ilkeler olan insan hakları, insanla ilgili bazı gerekleri dile getirirler. Her bir insan tekini kapsayan bu gerekler, insanın değerini tanıma ve koruma istemleri olarak, yani insanları yalnızca insan oldukları için koruma istemleri olarak ortaya çıkar. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından tanımlanan sağlık hakkı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 25. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbî bakım hakkı vardır.” Uluslararası Sağlığı Geliştirme Konferansı başlığı altında, 1986 yılında Ottawa’da toplanan DSÖ, Ottawa Bildirgesini yayınlayarak, sağlığın ön koşullarını barış, barınak, eğitim, gıda, gelir, tutarlı bir ekosistem, sürdürülebilir kaynaklar, sosyal adalet ve hakkaniyet olarak belirtmiştir. Bu önkoşullar olmadan sağlık hakkından söz edilemez, çünkü bunlar sağlığa ulaşmak, sağlıklı bir yaşam sürmek için vazgeçilemez önkoşullardır. DSÖ, 2014 yılında sağlığı ırk, din, dil, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum ayırımı gözetmeksizin, doğuştan kazanılan temel hak olarak tanımlamış ve hükümetleri halklarının sağlığından sorumlu tutmuştur. Sağlık hakkı, diğer haklarla birlikte bir bütün oluşturan insan hakları arasında yer alır. Ottawa Bildirgesinde tanımlanan sağlığın temel unsurları, sağlık hakkına bütünlüklü yaklaşım için dikkate alınmalıdır.
Barınma hakkının çok bileşenli niteliği üzerine bir değerlendirme ve öneri
(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kurtarır, Erhan
Barınma olgusu, kullanım değerinden, değişim değerine ve sembolik değerine kadar insanlık tarihi boyunca değişen anlamı ve niteliği açısından her dönem önemini koruyan konular arasında yer almıştır. Konut şüphesiz kimliğin oluşması ve belirlenmesinde başat role sahip olan önemli bir mekânsal göstergedir. Din veya siyaset de dahil olmak üzere toplumsal açıdan da kimliğimizin katmanlarını oluşturan çoğu kültürel değer de kamusal alana taşınmadan önce “özel” alanlarda ve özellikle evlerde ortaya çıkmıştır. Bu açıdan, kültürel kimliğin önemli bir göstergesi olan “mekân”ın en özgün ve özgür olabilen biçimi de kuşkusuz “ev”dir. Kültür coğrafyası açısından bireylerin ve toplulukların kimlik mekânları olarak tarif edilebilen “konut”un bir ihtiyaç ve daha da önemlisi yaşamsal bir hak alanı olarak tarif edilmesi de bu yüzden çok doğaldır.
Geleceğin yaşanılabilir kentleri için barınma hakkı: Denge ve sürdürülebilirlik
(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Ramazanoğulları Turgut, Sırma
Günümüz kentlerinde kentleşme hızla artarken insanların karşı karşıya kaldığı pek çok sorun da bu yüzyılın ajandasında en üst sıralarda yer almaktadır. Bugünkü durumda yaklaşık yüzde 55’i kentlerde yaşayan dünya nüfusunun, 2050’de yüzde 68 olması bekleniyor. Bu da gittikçe artan sayıda nüfusun yaşadığı toplumsal, kültürel, ekonomik ve fiziksel dönüşüm ve değişimin odağı olan kentlere ve kentlerin insan sağlığı üzerine olan etkilerine odaklanmamızı ve süreci doğru yönetmemizi zorunlu kılıyor. Yaşam kalitesini artırmak güvenli ve sürdürülebilir bir gelecek sağlamak insanlığın önde gelen hedefidir. Bu bağlamda “barınma hakkı” kavramı da çözülmesi gereken bir problematik olarak gündemdedir. Barınma hakkı, sadece bir ev sahibi olma ya da bir çatı altına sığınma olarak kabul edilemez. Bu kavram, aynı zamanda insan onuruna yakışır, çağdaş, güvenli, sağlıklı ve uygun koşullarda yaşama hakkını içerir. Geleceğin yaşanılabilir kentleri için bu kavramı değerlendirmek, dengeli bir kentleşme modeli oluşturmak ve herkes için erişilebilir konut sağlamak açısından kritik öneme sahiptir. Barınma hakkı, uluslararası insan hakları hukuku kapsamında önemli bir konudur ve çeşitli uluslararası anlaşmalar tarafından korunmaktadır. Bu hakkın temelinde yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, her bireyin yaşamak için güvenli, sağlıklı ve insanca bir çevrede barınma hakkına sahip olduğu düşüncesi yatar.