Yazar "Sezgin, Gülbüz" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 26
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Yayın A two-year comparative study on varicella-zoster virus incidence before and after COVID-19(Open Journal of Clinical & Medical Case Reports, 2024) Heydari, Daryuş; Kaya, Çağdaş; Heydari, Ayli; Sezgin, GülbüzObjective: This study aimed to assess and compare the prevalence and characteristics of herpes zoster cases before and after the COVID-19 pandemic, focusing on the potential impact of SARS-CoV-2 infection and COVID-19 vaccination. Methods: A retrospective analysis was conducted on herpes zoster cases diagnosed in 2019 and 2022. Data collected included patient demographics, lesion distributions, COVID-19 PCR test results, and vaccination statuses. Statistical analyses using SPSS were performed to compare findings between the two periods. Results: In 2019, 25 out of 1578 patients (1.584%) were diagnosed with herpes zoster, whereas in 2022, the number rose to 40 out of 3024 patients (1.322%), reflecting a 60% increase in case numbers but a 0.262% decrease in incidence rate. The average patient age decreased from 62 years in 2019 to 58.6 years in 2022. Among the 2022 cases, 35% tested positive for COVID-19, and vaccination statuses varied, with 27.5% having received four vaccine doses. Conclusion: The study indicates a significant rise in herpes zoster cases post-COVID-19 pandemic and vaccination era, despite a decrease in incidence rates. This surge may be linked to direct and indirect effects of SARS-CoV-2 infection, vaccine-induced immune responses, and pandemic-related stress. Further investigation is warranted to delve into underlying mechanisms and potential causal relationships in greater depth.Yayın Aydınlatılmış onam: 2022(T.C. Maltepe Üniversitesi, 2022) Sezgin, Gülbüz; Akşit Dudaklı, Gökçesu; Sezgin, Gülbüz; Akşit Dudaklı, GökçesuBu kitap 2019’da İstanbul’da yapılan Uluslararası Türk ve İslam Tıp Tarihi ve Etiği kongresinde, “Klinik Araştırmalarda Aydınlanmış Onam” başlıklı oturumda ele alınan konuları sunanlar tarafından oluşturulmuştur. 2020 yılının 11 Mart’ında Dünya Sağlık Örgütü, tüm dünyayı kasıp kavuran Covid-19 virüs enfeksiyonu nedeniyle bir salgın olduğunu ilan etmiş, tüm kongre ve oturumlar çevrimiçi yapılmaya başlanmıştır. O tarihten itibaren yüz yüze kongre yapılmamış, herkes için çok zorlu bir sürece girilmiştir. Böylesi zorlu bir dönemde bu kitabın gerçekleşmesi için emek veren, başta Prof. Dr. Ayşegül Erdemir olmak üzere tüm yazarlara teşekkür ederiz. Kitabımızı Covid salgınından kurtulmamızdaki en büyük adım olan aşıları ilk geliştirenlerden olmaları sebebiyle Özlem Türeci ve Uğur Şahin’e ithaf ediyoruz. Bu kitabın herkese, ama özellikle Covid-19 aşıları için yeni ve kullanılmakta olan onamlardan daha kapsamlı bir aydınlatılmış onam hazırlamak isteyenlere yararlı olması dileğiyle.Yayın Bağ dokusu hastalıkları ve karaciğer(Maltepe Tıp Dergisi, 2017) Kaya, Fatih Öner; Sezgin, Gülbüz; Nalbant, SelimKaraciğer genel fizyonomi içerisinde hem metabolik hem de inflamatuvar olaylardan etkilenen bir organdır. Dolayısıyla, bağ dokusu hastalıklarından etkilenmemesi düşünülemez. Ancak, bu etkileşim çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Bu etkileşim: Sistemik bağ dokusu hastalıklarına bağlı karaciğerin etkilenmesi, otoimmün karaciğer hastalıkları ve bu hastalıklarda kullanılan ilaçların karaciğer üzerindeki etkileri şeklinde özetlenebilir. Her zaman bu üçlü etkileşimi bir birinden ayırt etmek mümkün olmasa da tedavinin başarısı açısından dikkat edilmesi gereken önemli bir faktördür.Yayın Bilateral non-traumatic hip fractures in a heavy smoker COPD patient on inhaled steroids(SpringerLink, 2016) Sanel, Selim; Sezgin, Gülbüz; Sarıman, Nesrin; Üğütmen, Ender; Solakoğlu, CanBilateral proximal femoral fractures without trauma are very rare conditions. They have been reported in connection with osteoporosis, renal osteodystrophy, parathyroid disease, tumors, epileptic seizures, electroconvulsive therapy, and postirradiation. Method We present a case of a 75-year-old man with bilateral hip fractures. No trauma, neurological, endocrinological disorder, or malignancy was reported in his history. He had a background of chronic obstructive pulmonary disease (COPD) and had been taking inhaled steroids (budesonide) 800 µg per day for 10 years. He was a heavy smoker with a smoking history of 120 packs/year. His complaints had initially started as pain on the left hip and groin and then had progressed to the right in 10 days. Plain x-rays of the pelvis showed left femoral neck and right subtrochanteric femoral fractures. Fixation with proximal femoral nail of the right hip and partial arthroplasty of the left hip was performed on the following day after his admission. Pathological examination revealed osteoporosis in bone samples from both hips. Result COPD and osteoporosis have some common risk factors. Smoking, decreased exercise capacity, inhaled, or oral steroid therapy may increase osteoporosis and risk of bone fractures by decreasing bone mineral density. Non-traumatic femoral fractures may occur in patients on long-term inhaled steroid treatment for chronic airway diseases such as asthma and COPD. Conclusion History of COPD with corticosteroid use may be used as a diagnostic tool to identify patients having osteoporosis. Preventive measures can be performed by monitoring high-risk patients with bone mineral densitometry, WHO fracture risk assessment tool (FRAX tool), serum calcium, and vitamin D levels to prevent bone fractures. Treating those patients with the lowest effective dose of corticosteroids should be targeted.Yayın Bir olgu nedeniyle Hiperkalsemiler'e bakış(Maltepe Üniversitesi, 2009) Sezgin, Gülbüz; Özer, Eşref M.Kanda kalsiyum seviyesinin normal sınırlarından yüksek olması durumunda hiperkalsemiden bahsedilir.Genellikle belirti olmadan tesadüfi olarak başka hastalıklar nedeniyle yapılan kan ölçümlerinde fark edilir. Maligniteler ve primer hiperparatiroidi ,hiperkalsemilerin %90 sebebini oluştururken, geriye kalan nedenler D vitamini ;A vitamini entoksikasyonu, thiazid grubu diüretikler, theophyllin,lityum gibi ilaçlar ve diğer nedenlerdir.Bu yazımızda 82 yaşında kadın hastada kalsiyum seviyesi 15,9mg/dl bulunması nedeniyle hidrasyon,diüretik tedaviyle cevap alınamadı. Pamidronat tedavisi ile hiperkalsemi düzeltildi.Bu sırada hiperkalsemi sebepleri gözden geçirildi.Hastanın antihipertansif olarak kullandığı hidroklorotiazidin yaşa bağlı immobilizasyonla birleşince hiperkalsemiye sebep olduğu düşünüldü.İleri yaşta hidroklorotiazid tedavisi ile birlikte Kalsiyum preparatlarının alınması immobilizasyonla birleşince Parathormon baskılanması ile hiperkalsemi ‘ye sebep olabilir.Yayın Can Cytokines be used as an Activation Marker in Rheumatoid Arthritis?(Bentham Science, 2021) Kaya, Fatih Öner; Ceylan, Yeşim; Öngen İpek, Belkız; Özünal, Zeynep Güneş; Sezgin, Gülbüz; Nalbant, SelimAims: The etiopathogenesis of Rheumatoid Arthritis (RA) is not clearly understood. However, the role of the cytokines play an important part in this mechanism. We aimed to bring a new approach to the concept of 'remission' in patients with RA. Background: RA is a chronic, autoimmune, inflammatory disease that involves small joints in the form of symmetrical polyarthritis and progresses with exacerbations and remissions. Pain, swelling, tenderness and morning stiffness are typical of the joints involved. Although it is approached as primary joint disease, a wide variety of extra-articular involvements may also occur. It is an interesting pathophysiological process, the exact cause of which is still unknown, with many environmental, genetic and potentially undiscovered possible factors in a chaotic manner. Objective: In this cross-sectional study, sedimentation rate (ESR), C- Reactive protein (CRP), Tumor necrosis factor (TNF)-?, soluble-TNF-? receptor (TNF-R), Interleukin (IL)-1B and IL-10 were measured in three groups which were healthy volunteers, patients with RA in the active period, and patients with RA in remission. Disease activity score-28 (DAS-28) was calculated in active RA and RA in remission. Methods: This study included 20 healthy volunteers, 20 remission patients with RA and 20 active RA patients. Venous blood samples were collected from patients in both healthy and RA groups. Results: RA group consisted 43 (71.6%) female and 17 (28.4%) male. Control group consisted 11 (55%) female and 9 (45%) male. TNF-R was significantly high only in the active group according to the healthy group (p=0.002). IL-10 was significantly high in active RA, according to RA in remission (p=0.03). DAS-28 was significantly high in active RA, according to RA in remission (p=0.001). In the active RA group, ESR and TNF-R had a positive correlation (r:0.442; p=0.048). In the active RA group, there was also a positive correlation between TNF-R and CRP (r:0.621; p=0,003). Both healthy and active RA group had significant positive correlation between ESR and CRP (r: 0.481; p=0.032 and r: 0,697; p=0,001 respectively). Conclusion: TNF-R can be the main pathophysiological factor and a marker showing activation. TNF-R can be very important in revealing the effect of TNF on the disease and the value of this effect in the treatment and ensuring the follow-up of the disease with CRP instead of ESR in activation.Yayın Demir eksikliği anemisi tablosu ile ortaya çıkan paroksismal nokturnal hemoglobinüri: olgu sunumu(Maltepe Üniversitesi, 2014) Kızılkılıç, Ebru; Sezgin, Gülbüz; Kaya, Fatih Öner; Nalbant, SelimParoksismal nokturnal hemoglobinüri (PNH), periferik kanda sitopeni, tromboz ve hemolitik anemi ile ortaya çıkan nadir bir kemik iliği yetersizlik hastalığıdır. CD55 ve CD59 isimli iki glikozilfosfotidilinositol (GPI) çapası olan proteinlerin yokluğu nedeniyle kontrolsüz kompleman aktivasyonuna bağlı hemoliz ve diğer PNH bulguları ortaya çıkar. Erken tanı bu hastaların prognozu ve yönetiminde temeldir. Eculizumab, kronik kontrolsüz kompleman aktivasyonunu spesifik olarak inhibe eden ve terminal kompleman yolundaki C5’i hedef alan monoklonal antikordur. Çocuklarda ve erişkinlerde PNH tedavisi için onaylı ilk ve tek ilaçtır. Bu yazıda demir eksikliği anemisi tablosu ile başvuran ve Eculizumab ile başarılı şekilde tedavi edilmiş bir PNH olgu sunulmaktadır.Yayın Gebelik ve meme kanseri: olgu sunumu(Maltepe Üniversitesi, 2014) Akgün, Feride Sinem; Sezgin, Gülbüz; Kaya, Fatih Öner; Deveci, Uğur; Yener, Arzu Neşe; Çelik, Aygen; Manukyan, Manuk Norayık; Türken, Orhan; Deveci, UğurMeme kanseri gebelik sırasında nadir görülür ancak gebelikte en sık görülen kanserdir. Gebelikte ve laktasyon döneminde oluşan memelerdeki hassasiyet ve büyüme nedeni ile bu dönemde ortaya çıkan bir kitle ve dolayısı ile meme kanserinin tanısı gecikebilir. Kadın doğum, genel cerrahi ve onkoloji kliniklerinin birlikte takip etmeleri gereken bir patolojidir. Gebelikle ilgili meme kanseri terimi, gebelik sırasında ya da gebeliği takiben 1 yıl içinde görülen meme kanserlerini kapsamaktadır. Gebelik ve laktasyonda olan fizyolojik değişiklikler nedeniyle fizik muayene bu hastalarda klinisyen için problem oluşturabilir. Bu dönemde kitle saptanırsa ultrasonografi ve ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılarak kitle araştırılmalıdır. Gebelikte meme kanseri tanısı ileri evrelerde konulmaktadır. 25 Yaşında G3P2 olan hasta son gebeliğinin yedinci ayında sağ memesinde gittikçe büyüyen kitle nedeniyle hastaneye başvurmuş. Yapılan meme ultrasonografisinde sağ memede BIRADS 5 kriterlerine uyan kitle tespit edilmiş ve yapılan biyopsi sonucuna göre invaziv duktal karsinom tanısı almıştır. Öncelikle kadın doğum uzmanı görüşü alınıp genel cerrahi tarafından sağ modifiye radikal mastektomi ve aksiller diseksiyon uygulandı. Operasyon sonrası medikal onkoloji ve kadın doğum uzmanlarının takibine alınan hasta 33. gebelik haftasında sezeryanla doğum yaptı ve adjuvan kemoterapi programına alındı.Yayın Gebelikte mide kanseri: olgu sunumu(Maltepe Üniversitesi, 2014) Akgün, Feride Sinem; Kaya, Fatih Öner; Sezgin, Gülbüz; Deveci, Uğur; Yener, Neşe; İlter, Erdin; Manukyan, Manuk Norayık; Türken, Orhan; Deveci, UğurGebelik sırasında mide kanseri oldukça nadir görülmektedir. Gebeliğe bağlı bulantı, kusma ve abdominal ağrı gibi gastrointestinal semptomlar hastalığın tanısını güçleştir¬mektedir. Tanı konduğunda ise hasta ileri evre tümör olarak karşımıza çıkmaktadır ve prognozu olumsuz yönde etkilemektedir. Mide kanserinde erken tanı ve tedavi sağ kalım oranını artırmaktadır. Gebelik sırasında tanı ve tedavisi oldukça güç olan mide kanserinin tedavisinde kadın doğum, genel cerrahi ve medikal onkoloji kliniklerinin ortak çalışmasıyla başarılı sonuçlar alınabilir. Bu çalışmada gebeliğinde hiçbir gastrointestinal şikayeti olmadığı halde ileri evre mide kanseri tespit edilen 39 yaşında bayan hasta sunulmuştur. Hastanın özgeçmişinde 5 yıl önce meme kanseri nedeniyle tedavi gördüğü öğrenildi. Postoperatif dönemde yapılan tetkik ve tedaviler sonrasında tedaviye tam yanıt alındı.Yayın Gemifloksasin ile ilişkili ateş, makülopapüler döküntü ve karaciğer enzimleri yüksekliği: olgu sunumu(Maltepe Üniversitesi, 2011) Sezgin, Gülbüz; Cengiz, Melahat; Uygur Bayramiçli, Oya; Özel, Ahmet MelihGiriş: Fluorokinolonlar 25 yıldan daha uzun süredir kullanılmakta olan geniş spektrumlu antibiyotiklerdir. Jenerasyon sayıları arttıkça etkinlik spektrumu da artmıştır, ancak yan etkilere dikkat etmek gereklidir ve bu ilaçlar gerçek endikasyonları dışında kullanılmamalıdır. Burada ilaçla ilişkili yan etkilerin geniş yelpazesini vurgulamak ve antibiyotiklerin rasyonal kullanımına dikkat çekmek üzere bir gemifloksasin toksisitesi olgusu sunulmaktadır. Olgu sunumu: Burada, nazal polip nedeni ile ameliyat hazırlığı yapılmakta iken profilaktik olarak gemifloksasine 320 mg. tb kullanımı sonrasında, yüksek ateş, ışığa duyarlılık, ciltte makulopapüler döküntüler ve yüksek karaciğer enzimleri nedeni ile acil servise müracaat eden 33 yaşında bir erkek hasta sunulmaktadır. Yapılan geniş incelemede başka herhangi bir infeksiyöz ya da metabolik neden saptanmadı. Hastanın klinik durumu ilacın kesilmesinden sonra, herhangi bir tedavi işlemi yapılmaksızın kendiliğinden tamamı ile düzeldi. Sonuç: Bu olgu klinisyenlerin antibiyotik kullanırken ne kadar dikkatli olmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Çeşitli infeksiyon hastalıklarının tedavisi için gemifloksasin ve diğer fluorokinolonların kullanımı giderek artarken artan bir dikkat ve kontrol sürdürülmelidir. Zira bu ilaçlar nadir olarak bildirilen yan etkilerin olasılıklarını artırabilmektedir.Yayın İleoçekal Valvden Kolona Prolabe Olan ve İntermitan Subileus Kliniğine Yol açan Terminal İleum Anjiyolipomu: Nadir Bir Olgu Sunumu(2014) Manukyan, Manuk Norayık; Özel, Ahmet Melih; Yener, Neşe Arzu; Midi, Ahmet; Sezgin, Gülbüz; Bayramiçli Uygur, OyaAnjiyolipom; ciltaltı yumuşak dokularda sık görülen benign bir neoplazi- dir, nadiren gastrointestinal sistemde de yerleşebilir. Bu çalışmada; her- hangi dikkat çekici bir laboratuvar bulgusu olmaksızın ara sıra subileus kli- nik tablosu ile başvuran, ileal anjiyolipomu olan 86 yaşında bayan hastayı sunmayı amaçladık. Bu lokalizasyonda nadir olarak bildirilen bu lezyonun ameliyat öncesi ve sonrasında doğru tanı almasının önemini vurguladık.Yayın Interstitial lung disease, eosinophilia and rheumatoid arthritis(Global Advanced Research Journals, 2014) Sezgin, Gülbüz; Kaya, Fatih Öner; Ceylan, Yeşim; Köskenli, Vezir; Nalbant, SelimInterstitial lung disease (ILD) can cause mortality and morbidity in rheumatoid arthritis (RA). However, there is no definite risk factor, guide or marker to obtain before examining lung with high resolution computerized tomography (HRCT). We studied eosinophil in RA patients if there is a relation with inflammation and ILD. We could not find any relation between eosinophil and inflammation. However, there was eosinophilia in all patients with ILD findings of HRCT. Increased numbers of eosinophil can be a risk factor for ILD in patients with RA. Nevertheless, it is still needed further studies to make such a conclusion.Yayın İnvazif lobüler meme karsinomu olgusunda geçirilmiş polio hastalığı nedeniyle gelişmiş aksesuar pektoral kas invazyonu(Maltepe Üniversitesi, 2014) Gül, Burcu; Çubuk, Rahmi; Yener, Neşe; Midi, Ahmet; Atasoy, Mehmet; Sezgin, Gülbüz; Kebudi, Abut; Çelik, Leventİnvazif lobüler karsinom, invazif meme kanserlerinin % 12'sini oluşturmakta olup memenin ikinci sıklıkta görülen malignitesidir. Tümör diffüz infiltran karakterde olduğundan, klinik ve radyolojik olarak tanısı güçtür. Bu yazıda, kliniğimizde invazif lobüler karsinom tanısı alan bir olgu sunulmuş; polio hastalığı nedeniyle gelişmiş aksesuar pektoral kasa tümöral invazyon ve tümörün preoperatif radyolojik bulguları tartışılmıştır.Yayın Investigation of the Level of Porphyria Disease Awareness in Primary Care Physicians(2023) Keskin Kaplan, Aşkın; Sezgin, GülbüzThis study aimed to assess awareness of Porphyria Disease among primary care physicians and investigate its diagnosis and management. This study is a cross-sectional online survey conducted with the participation of 390 primary care physicians in Turkey. Participants were recruited through online platforms, including WhatsApp and email groups. Participants who provided consent were administered an online electronic survey created using Google Forms. Data were analyzed using IBM SPSS Statistics version 21.0. Ethical approval was granted by the Clinical Research Ethics Committee. With an average of 14.13±9.56 years of medical experience, participants included 47.4% family medicine specialists, 38.5% family physicians, and 14.4% emergency medicine specialists. Only 10.5% of the total physicians reported evaluating patients with suspected Porphyria. Severe abdominal pain was the predominant symptom, cited by 78% of participants, while just 5.4% had previously been diagnosed with Porphyria. Notably, family medicine specialists exhibited a significantly higher inclination for both preliminary (p<0.001) and confirmed (p=0.041) porphyria diagnosis. 81.0% of physicians considered Familial Mediterranean Fever as part of their differential diagnosis when assessing patients with porphyria symptoms. In conclusion, our study highlights an increased awareness of Porphyria among primary care physicians, likely owing to advancements in diagnostic methods. However, the need to raise awareness remains, given its crucial role in diagnosis. Therefore, it is essential to involve primary care physicians, particularly family medicine specialists and emergency medicine specialists, in porphyria education and awareness initiatives. These efforts can ensure accurate diagnoses and better care for patients affected by this rare disease.Yayın Is R202 Q Polymorphism Related With Some Atypical Inflammatory Clinical Situations?(2019) Akgun, Feride Sinem; Dabak, Reşat; Uygur Bayramiçli, Oya; Sezgin, Gülbüz; Nalbant, Selim; Akduman Alaşehir, Elçin; Kaya, Fatih ÖnerObjective: To date, especially alterations of genes on exon 10 have beenconsidered in Mediterranean fever (MEFV), but it is not clear whether all thesealterations are disease-causing mutations. This study aims to evaluate theclinical features of the patients with R202Q alteration.Materials and methods: Patients admitted to the emergency department andinternal medicine clinic and diagnosed as Familial Mediterranean Fever (FMF)were included in the study. The medical records of patients with MEFV genemutations were reviewed retrospectively.Results: Total 25 patients with R202Q mutations were obtained. 14 patientshad a classical AAA phenotype with fever and abdominal pain: 10 patients withM694V mutation, and 4 with other mutations. None of the patients with singleR202Q mutation were with the classical FMF phenotype. Patients with singleR202Q mutation showed atypical inflammatory phenotype (4 pericarditis, 1pleurisy, 1 arthritis, 1 psoriatic arthritis). On the other hand, patients withclassical FMF phenotype and with R202Q mutation were with higher colchicineneed and proteinuria.Conclusion: According to our results, R202Q mutation may create a tendencyto inflammation or augment the existing inflammation. However, prospectivecomprehensive studies are needed to further investigate the relationship ofR202Q and clinical findings and severity of the disease.Yayın Is r202 q polymorphism related with some atypical inflammatory clinical situations?(İzmir Hastanelerine Yardım ve Bilimsel Araştırmaları Teşvik Derneği, 2019) Akgün, Feride Sinem; Dabak, Reşat; Kaya, Fatih Öner; Sezgin, Gülbüz; Akduman Alaşehir, Elçin; Uygur Bayramiçli, Oya; Nalbant, SelimObjective: To date, especially alterations of genes on exon 10 have beenconsidered in Mediterranean fever (MEFV), but it is not clear whether all thesealterations are disease-causing mutations. This study aims to evaluate theclinical features of the patients with R202Q alteration.Materials and methods: Patients admitted to the emergency department andinternal medicine clinic and diagnosed as Familial Mediterranean Fever (FMF)were included in the study. The medical records of patients with MEFV genemutations were reviewed retrospectively.Results: Total 25 patients with R202Q mutations were obtained. 14 patientshad a classical AAA phenotype with fever and abdominal pain: 10 patients withM694V mutation, and 4 with other mutations. None of the patients with singleR202Q mutation were with the classical FMF phenotype. Patients with singleR202Q mutation showed atypical inflammatory phenotype (4 pericarditis, 1pleurisy, 1 arthritis, 1 psoriatic arthritis). On the other hand, patients withclassical FMF phenotype and with R202Q mutation were with higher colchicineneed and proteinuria.Conclusion: According to our results, R202Q mutation may create a tendencyto inflammation or augment the existing inflammation. However, prospectivecomprehensive studies are needed to further investigate the relationship ofR202Q and clinical findings and severity of the disease.Yayın Non - progresif kronik böbrek yetmezliği olan alkaptonürili hasta: olgu sunumu(Maltepe Üniversitesi, 2013) Yakut, Aysun; Dikeç, Mehmet; Tuğcu, Murat; Gücün, Murat; Canbakan, Mustafa; Şahin, Gülizar; Sezgin, Gülbüz; Apaydın, SheylaAlkaptonüri, otozomal resesif geçişli, 1902 yılında Garrod tarafından tanımlanmış, ilk doğumsal metabolik hastalıktır (1). Oldukça nadirdir, ancak Slovakya ve Dominik Cumhuriyeti gibi ülkelerde daha sık görülür. 3q kromozomunda kodlanmış, tirozin metabolizmasında rol alan Homogentisik Asit Oksidaz (HGO) geninde mutasyon 1996 yılında tanımlanmış ve şimdiye kadar 40'ın üzerinde mutasyon tespit edilmiştir (2). HGO enzim yetersizliğine bağlı olarak idrarla atılamayan Homogentisik Asit (HGA) ve metabolitlerinin kollajenden zengin bağ dokusunda birikmesi ile hastalık belirti verir (3). Bu oksidasyon ve pigment oluşumu geri dönüşümsüzdür (4). Bu özelliklere rağmen, beklenen yaşam süresi sağlıklı bireyler kadardır. Tüm vücutta, yaygın, bağ dokusunda koyu renkli pigment birikmesiyle “okronozis” oluşur. Olgu sunumunda; 2002 yılından beri takip ettiğimiz alkaptonürisi olan kronik böbrek yetmezliği (KBY), ileri derece demansı, idrar inkontinansı, yaygın kemik ağrıları ve osteoporozu olan 47 yaşında erkek hasta sunulacaktır.Yayın The paradigm of autoimmunity: is vitamin D the new player?(Maltepe Tıp Dergisi, 2016) Sezgin, Gülbüz; Özer, Eşref; Uygur Bayramiçli, Oya; Akgün, F. Sinem; Benli Aksungar, Fehime; Nalbant, SelimAim: Vitamin D is necessary for the bone and mineral homeostasis and has also immune regulatory and anti-inflammatory functions. It has been hypothesized that there is a relation between vitamin D deficiency or insufficiency and autoimmune thyroiditis. We aim that to show any relationship between vitamin D deficiency and thyroid autoimmunity. Material and Methods: This prospective study is performed between August 2010 and May 2011 at the Department of Internal Medicine, Endocrinology and Emergency Medicine of Maltepe University, School pof Medicine Hospital. The Ethics Committee of Maltepe University Medical Faculty approved the study.274 patients with Hashimoto’s thyroiditiswere evaluated prospectively for vitamin D, TSH, anti-thyroid peroxidase antibody (anti-TPO) and anti-thyroglobulin (anti-Tg).The correlation between vitamin D and autoimmune parameters is analyzed. Results: According to vitamin D levels there is a statistically significant difference between anti- TPO levels (p=0.024; p<0.05). Anti-TPO levels of patients with a vitamin D level between 4-10 ng/ml are higher than that of the patients with a vitamin D level of 10.01-20 ng/ml and 20 ng/ml and over. Anti-Tg and TSH levels are not statistically significantly different according to vitamin D levels (p=0.550; p=0.554; p>0.05). There is also no difference in TSH levels according to vitamin D subgroups (p=0.177; p>0.05). Conclusion: In patients with Hashimoto’s thyroiditis there is a positive correlation between vitamin D level and anti-TPO but not anti-Tg.Yayın Rabdomiyoliz ile takip edilen hastaların taburculuk kararında kreatinin kinaz düzeyinin önemi: olgu sunumu(Maltepe Üniversitesi, 2013) Yakut, Aysun; Kayataş, Kadir; Demirtunç, Refik; Sezgin, GülbüzAraç içi trafik kazası nedeniyle acil servise getirilen 22 yaşında erkek hastanın, fizik muayenesinde; sağ frontalde ve sağ el bileğinde ekimozları olup laboratuvar incelemesinde kreatinin fosfokinaz (CK) seviyesi yüksekti. Hasta rabdomiyoliz ön tanısı ile iç hastalıkları servisine interne edildi. Hastada gelişebilecek hiperkalemi, metabolik asidoz ve akut tubuler nekroz gibi rabdomiyoliz komplikasyonlarının engellenmesi amacıyla %0.9`luk NaCl izotonik ile hidrate edildi. Yatışının üçüncü gününde serum CK`nın düşüş eğiliminde olduğu gözlenmesi üzerine hastaya 4000 ml/gün oral sıvı almasını ve günaşırı CK kontrolünün tarafımızca yapılması önerilerek hasta taburcu edildi. Post-travmatik rabdomiyoliz düşünülen hastalarda etkilenen kas hasarının miktarını göstermede ve takiplerde kullandığımız kreatin kinaz taburculuk planınında major belirteç olmadığı bu vakada düşünüldü. Rabdomiyoliz nedeniyle acil servise başvuran hastalarda etkilenen kas kitlesine bakılmaksızın serum CK, Cr, ve K değerleri incelenmeli, yüksek bulunan olgularda oluşabilecek komplikasyonların önlenmesi için tedaviye erken başlanmalıdır.Yayın Relationship Between Autonomic Diabetic Neuropathy and Glycemic Control(2017) Şahin, Gülşah; Ahıshalı, Emel; Dolapçıoğlu, Can; Dabak, Mustafa Reşat; Uygur Bayramiçli, Oya; Sezgin, GülbüzAmaç: Tip 2 diabetes mellituslu (DM) hastalarda gastrointestinal ve kardiyovasküler diyabetik otonomiknöropatinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.Materyal ve Metot: DM hastalarından oluşan çalışma grubu Mart-Eylül 2012 tarihleri arasındaincelendi. Yaş, vücut kütle indeksi (VKİ), açlık kan glukozu, HbA1c, C-peptid, diyabet süresi,elektrokardiyogram, kan basıncı, kalp hızı kaydedildi. Hastalar kontrol altında olan ve olmayandiyabetikler olarak gruplandırıldı. Kardiyak otonom nöropati (KON) testleri değerlendirildi. Analmanometri ile rekto-anal inhibitör refleks, istirahat ve sıkma basınçları ölçüldü.Bulgular: Toplam 50 DM hastası çalışmaya kaydedildi ve hastaların yaş ortalaması 57,06±8,92 yıl,istirahat anal basıncı ortalaması 55,92±14,84 mmHg ve sıkma anal basıncı ortalaması 83,15±31,00 mmHgidi. Orta ve ağır KON grupları arasında istirahat anal basıncında anlamlı fark saptanmazken (p=0,573),orta ve ağır KON grupları arasında maksimum sıkma basıncında anlamlı fark mevcuttu (p=0,005). Kısaveya uzun süreli diyabeti olan hastalarda anal manometrik basınçlarda fark saptanmadı. KON ile VKİ arasında ilişki bulunmazken yaş ile ilişki saptandı. Kötü glisemik kontrol istirahat basında azalma ileilişkili iken, maksimum sıkma basıncı ve yetersiz glisemik kontrol grubu arasında ilişki yoktu. KON'unşiddeti maksimum sıkma basıncında azalma ile ilişkiliydi. Sonuç: Kardiyak ve gastrointestinal otonom disfonksiyon, DM'nin önemli komplikasyonlarıdır. Analmanometri testleri ve KON diyabetin bu komplikasyonlarını gösterebilir.