Tıp Fakültesi Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 1364
  • Yayın
    Yeni yumurta-tavuk paradoksu: Sirkadiyen ritim ya da yaşam stili mi? Son hücre düzenleyici hangisidir? / The new egg-chicken paradox: Circadian rhythm or lifestyle? Which is the last cell editor?
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) İzmirli, Müzeyyen
    Bedenimizde, yaklaşık 24 saatlik, otonom bir mekanizma tarafından düzenlenen, zamana bağlı döngüsel çalışan bir sistem vardır ve bu sistem sirkadiyen saat ya da sirkadiyen ritim olarak adlandırılır. Bu ritim uyku-uyanıklık, vücut ısısı, hormonların salgılanması, lokomotor aktivite ve iştah gibi çeşitli fizyolojik işlevlerin günlük rutinler halinde devam etmesini sağlar. Diğer taraftan, yapılan son çalışmalar yenilen yemeğin kalitesinin, içeriğinin (protein, karbonhidrat ya da yağ ağırlıklı olabileceği gibi, vitamin, mineral ve gıda katkı maddeleri gibi), zamanlamasının (öğün aralıkları, aydınlık ve karanlık süreçlerde yemek yeme), günlük yaşamımızdaki egzersiz ve uyku kalitesinin sirkadiyen metabolizmayı belirgin şekilde değiştirdiğini rapor etmiştir. Bireyin beslenme alışkanlıkları, enerji metabolizması, sirkadiyen saat, bedenin ritmi bir arada değerlendirildiğinde ortaya karışık bir metabolik yolak ağı çıkıyor. Bu yüzden, bu derlemede yaşam stili ve özellikle diyet kompozisyonu, uyku ve egzersiz açısından bakıldığında, sirkadiyen saatin ve bedenin ritminin, moleküler hücresel süreçleri ile genetik ve epigenetik temelinin aydınlatılması amaçlanmıştır.
  • Yayın
    Pulmonary Hydatid Cyst: Pathophysiology, etiopathogenesis, diagnosis and treatment / Pulmoner Hidatik Kist: Patofizyoloji, etiyopatogenez, tanı ve tedavi
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Kılıççalan, İbrahim; Cingöz, Orhun Tunahan
    Aim: Echinococcosis is a parasitic disease caused by cestodes of the genus Echinococcus, which often affects the liver and lungs. Pulmonary hydatid cysts are often transmitted in childhood and remain asymptomatic for a long time. As a result, the diagnosis is often incidental in noncomplicated cases. In some cases hydatid cysts may rupture and in this occurrence it is then called a complicated cyst. When a complicated pulmonary hydatid cyst occurs, various symptoms such as chest pain, shortness of breath, cough, and hemoptysis may be observed. For diagnosis radiologic methods and serologic tests may be used. The most commonly used radiological method for pulmonary hydatid cysts is chest radiography. Echinococcosis can be treated pharmacologically with medications under certain situations; nonetheless, surgical treatment is the gold standard. Pharmacological treatment includes benzimidazole group drugs such as albendazole and in surgical treatment, various techniques such as enucleation, pericystectomy, capitonated cystotomy are applied.
  • Yayın
    Meme koruyucu cerrahi sonrası radyoterapiye bağlı sekonder gelişen skuamöz hücreli kanser: Bir olgu sunumu / Squamous cell cancer developing secondary to radiotherapy after breast conserving surgery: A case report
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Maden, Miray; Isgandarov, Ulvi; Eruyar, Ahmet Tuğrul; Utkan, Nihat Zafer
    Radyasyon tedavisi, meme kanseri için genel olarak kabul görmüş bir tedavi seçeneğidir. Meme koruyucu cerrahi sonrası adjuvan radyoterapi uygulanan hastalarda nadiren sekonder malignite gelişebilir. Bu yazımızda radyoterapi tedavisi sonrası sekonder skuamöz hücreli kanser gelişen olgumuzu sunmayı amaçladık.
  • Yayın
    Role of presepsin in predicting sepsis and mortality in COVID-19 pneumonia / Presepsinin COVID-19 pnömonisinde sepsis ve mortaliteyi öngörmedeki rolü
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Siber, Veysi; Siber, Hatice Kübra; Aysin, Murat; Güler, Sertaç; Özbaş Demirel, Özlem; Dereyurt, Dursun Buğra; Erdaş, Sümeyye; Otal, Yavuz; Günaydın, Yahya Kemal; Okumuş, Mehmet
    Aim: Aim: We aimed to investigate the prognostic significance of Presepsin (PSP) in patients with Coronavirus Disease 2019 pneumonia who were admitted to the emergency department (ED). Material and Methods: This study was conducted as a prospective, case-controlled, observational study. 123 patients with a diagnosis of Covid-19 pneumonia were chosen for the case group and 123 volunteers were enrolled as a control group. 62 of the patients were classified into the sepsis group and 61 patients were placed into the non-sepsis group. The follow-up and treatment of the patients were carried out according to the Covid19 Severe Pneumonia, ARDS, Sepsis, and Septic Shock Management Guideline of the Türkiye Ministry of Health. The PSP level was studied in patients with and without sepsis diagnosed with Covid-19 pneumonia. Results: There was no statistically significant difference between the control group, the sepsis group, and the non-sepsis group when the PSP values were compared. However, when the ROC curve was studied for the case group, a statistically significant difference between the survivors and non-survivors was discovered (p<0.05). Conclusion: No statistically significant distinction in PSP values between the control group and the septic and non-septic patient groups with Covid-19 pneumonia was found. However, PSP values were shown to be statistically significant in mortality of Covid-19 pneumonia and survival.
  • Yayın
    Aile sağlığı merkezine başvuran yetişkin bireylerde COVID-19 korkusu ve depresif belirti düzeyi arasındaki ilişki / The relationship between COVID-19 fear and depressive symptom level in adults applying to family health center
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Dursun, Raşit; Arslan, Şehide; Durmuş, Hasan; Balcı, Elçin
    Amaç: Bu çalışmada aile sağlığı merkezlerine başvuran 18 yaş ve üzeri bireylerde COVID-19 korkusu ve depresif belirti düzeylerinin belirlenmesi ve demografik özelliklerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metodlar: Kesitsel tipte planlanan bu araştırma 2022 yılı Ağustos ayında aile sağlığı merkezlerine başvuran 18 yaş ve üstü bireylerde yapıldı. Yüz yüze uygulanan anket formu tanımlayıcı sorular ile COVID-19 Korku Ölçeği ve Beck Depresyon Ölçeğinden oluşmaktaydı. Örneklem büyüklüğü 657 kişi olarak hesaplandı ve araştırma 799 kişi ile tamamlandı. İstatistiksel analizlerde ANOVA, t testi, Pearson Kikare testi ve korelasyon analizi testleri kullanıldı ve p<0,05 değeri anlamlı kabul edildi. Bulgular: Katılımcıların %49,3’ü COVID-19 geçirdiğini, %90,6’sı da en az bir doz COVID-19 ’a karşı aşı olduğunu belirtmiştir. Katılımcıların korku ölçeği puanı ortalaması 12,61±5,70 iken, Beck depresyon ölçeği puanı ortalaması 9,83±8,14 bulunmuştur. Depresyon ile COVID-19 korkusu arasında düşük düzeyde, pozitif yönde anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Sonuç: Çalışma COVID-19 korkusu ve depresif belirtilerin hassas gruplarda daha yüksek düzeyde olabileceğini ve farklı grupların, pandemi şartlarından, psikososyal olarak farklı düzeylerde etkilenebileceğini göstermektedir. Bu nedenle toplum sağlığına bütüncül ve çoğulcu bir bakış açısıyla yaklaşılmalı, geliştirilen sağlık stratejilerinde toplumun geneliyle birlikte hassas gruplar da göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Yayın
    Sirotik hastalarda D vitamini eksikliği sık mı? / Is vitamin D deficiency frequently in patients with cirrhosis?
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Uyanıkoğlu, Ahmet
    Amaç: Bu çalışmada kompanse ve dekompanse sirotik hastalarda, D vitamin eksiklik sıklığının kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyal-Metotlar: Karaciğer sirozu olan 80 hasta ve 80 kontrol olgusu alınmıştır. Siroz tanısı klinik, laboratuvar ve görüntüleme yöntemleri ile konulmuştur. Asit, varis kanaması, bilirubin yüksekliği dekompansasyon bulguları olarak kabul edilmiştir.Bulgular: Sirotik 80 hastanın, 46’sı erkek (%57,5), yaş ortalaması 54,40±11,77, yaş dağılımı 18-75, kontrol grubunun 44’ü erkek (%55), yaş ortalaması 53,85±9,59, yaş dağılımı 18-75 idi. Dekompanse sirozlu hastalarda kompanse sirozlu hastalara ve kontrol grubuna göre 10 ng/ml altında vitamin D düzey düşüklük sıklığı istatistiki olarak anlamlı düzeyde daha sık saptanırken (p<0.05), 30 ng/ml üzerinde D vitamin düzey yüksekliği dekompanse sirozda kompanse siroz ve kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde daha düşük sıklıkta saptanmıştır (p<0.05). Sirotik hastalarda MELD skoru, CHILD skoru ile D vitamin düzeyi arasında korelasyon saptanmadı. Sonuç: Child evresi, MELD skoru ile D vitamini düzeyi arasında korelasyon saptanmamıştır. Dekompanse sirotik hastalarda kompanse siroz ve kontrol grubuna göre replasman gerektirecek D vitamini eksikliği daha sıktır.
  • Yayın
    The effect of self-esteem of obese and non-obese individuals on the body perception and the life quality / Obez ve obez olmayan bireylerin benlik saygısının beden algısı ve yaşam kalitesine etkisi
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Güneş, Dilek; Uncu, Fatoş; Mamur, Zeki
    Aim: In this study, we planned to investigate the effect of selfesteem on the body perception and life quality of obese and nonobese individuals. Materials and Methods: This is a descriptive-relational study. The sample of the study was determined as 200 people. The Introductive Questionnaire, Rosenberg Self Esteem Scale, Body Perception Scale, and 36-Item Short Form Survey (SF-36) were used to collect the data. In addition to descriptive statistical methods, ANOVA, Student t-tests, and correlation tests wereused. Results: Compared to obese people, self-esteem was found to be higher in non-obese people, and their body perceptions were higher. When SF-36 of obese and non-obese individuals were compared, there was a significant difference between subdimension scores of the physical function and social function. Conclusion: It was found that the self-esteem of obese and nonobese individuals positively affects body perception and life quality.
  • Yayın
    Hangi pediatrik travma skorunu kullanalım? İdeal pediatrik travma skoruna doğru / Which pediatric trauma score should we use? Towards the ideal pediatric trauma score
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Özkan, Abuzer
    Derginizin 2023 yılı ilk sayısında yayınlanan ve Çelik tarafından hazırlanan “Acil servise başvuran pediatrik travma olgularının değerlendirilmesi” isimli yazıyı büyük bir ilgi ile okuduk. Yazarlara ve editör ekibine yazarın pediatrik travma tecrübelerini güncel literatür eşliğinde tartışan yazıdan dolayı teşekkür ederiz. Bununla birlikte yazının tartışmasına katkı sunabilecek birkaç noktayı belirtmek isteriz. Travma skorlama sistemleri araştırma, kalite geliştirme ve travma merkezi karşılaştırması için uzun süredir kullanılmaktadır. Travma puanlama sistemlerinin performansı, bu alanlarda önemli bir etkiye sahiptir ve farklı popülasyonlarda puanlama sistemlerinin değerlendirilmesi gereklidir. Travmanın ciddiyetini tahmin etmek ve tıbbi kaynakları organize etmek için çeşitli skorlama sistemleri geliştirilmiştir . Temel olarak, bir travma hastası üç farklı şekilde puanlanabilir: travmadan etkilenen vücut bölgeleri, travmanın mekanizması ve travmanın şiddeti. Diğer skorlama sistemleri fizyoloji, anatomi veya ikisinin kombinasyonuna dayanmaktadır. Travma skorlamasının iki temel amacı triyaj karar desteği ve hastalık şiddeti veya ölüm tahminidir.
  • Yayın
    Non-Steroid Anti-İnflmatuvar ilaç kullanımına bağlı multiorgan yetmezliği: Olgu sunumu / Multiorgan failure due to Non-Steroidal Anti-Inflammatory drug use: A case report
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Mamiş, Mehmet Selim; Uyanıkoğlu, Ahmet
    Bu olgu sunumunda acil servise bilinç bulanıklığı ile başvuran, non-steroid anti-inflamatuar ilaç kullanımına bağlı multiorgan yetmezliği gelişen hastayı sunmayı amaçladık. Acil servise 32 yaşında erkek hasta uykuya meyil ve bilinç bulanıklığı şikâyeti ile getirildi. Bilinen kronik herhangi bir hastalığının olmadığı, alkol kullanım ve madde bağımlılığı hikayesinin olmadığı söylendi. Hasta yakınlarından alınan anamnezde son 1 yıldır diş ağrıları için düzensiz ve kontrolsüz şekilde naproksen + kodein (550 mg / 30 mg) içeren tablet ilaç kullandığı öğrenildi. Genelde günde 1-4 tablet arasında kullanmak üzere, en son acil servisimize başvurduğu gün 3 tablet kullandığı öğrenildi. Yapılan fizik muayenesinde genel durumu orta, bilinci açık, uykuya meyilli ve letarjik, konuşma bozukluğu, terleme, pupillerinde bilateral miyozis saptandı. Oda havasında oksijen saturasyonu (SaO2) 89’lara kadar düşüp nazal oksijen desteği ile SaO2 >96 olması dışındaki vitalleri stabildi. Bakılan laboratuvar sonuçlarında 10 katı geçen transaminaz yüksekliği ve protrombin zamanında uzama saptanan hasta, akut karaciğer yetmezliği ön tanısı ile hastanenin yoğun bakım ünitesinde tedavi ve takibine devam edildi. Acil servise bilinç bulanıklığı ile hastaneye başvuran, herhangi bir komorbid hastalığı olmayan ve özellikle genç hastalarda ilaç kullanımının sorgulanması unutulmamalıdır. Karaciğer yetmezliği tespit edilen bu hastalarda, nakil yapılabilecek durumların gözden kaçmaması gerekir. Transplantasyon endikasyonu olması durumunda, organ nakillerinin yapıldığı merkezlerde tedavi ve takipleri yapılmalıdır.
  • Yayın
    Egzersiz ilişkili rabdomiyoliz: Olgu sunumu / Exercise-associated rhabdomyolysis: A case report
    (T.C. Maltepe Üniversitesi, 2023) Özkan, Abuzer; Demirci, Burak; Coşkun, Abuzer
    Rabdomiyoliz, iskelet kası yaralanması sonucu hücre içeriğinin dolaşıma girmesi ile karakterize klinik ve biyokimyasal bir sendromdur. Miyoglobin ve miyosit hücre zarı hasarına sekonder dolaşıma salınan elektrolitler komplikasyonların gelişmesinden sorumludur. En yaygın semptom üçlüsü kas ağrısı, çay rengi idrar ve azalmış idrar miktarıdır. Biz bu olgu sunumunda egzersiz ilişkili rabdomiyoliz olgusunu güncel literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.
  • Yayın
    Renal artery variations with clinical significance: Multiple renal arteries and their coexistent anatomical abnormalities: A cadaveric study / Klinik önemi olan renal arter varyasyonları: Çoklu renal arterler ve eşlik eden anatomik varyasyonlar: Bir kadavra çalışması
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Çetinok, Hürriyet
    Aim: This cadaveric study aimed to identify the multiple renal arteries and evaluate their association with other anatomical abnormalities. The possible clinical consequences of more than one renal artery were analyzed. Material and Methods: This study was carried out by accessing the Abdominal aorta (AA) from 20 American formalin-embalmed cadavers [12 males, 8 females, ages 50-96] donated to the C&DA Department of Albert Einstein College of Medicine. From the cadavers in the supine position, the branch points of the renal artery from the abdominal aorta on the right and left sides were checked to see if there was more than one. Renal artery (left side), celiac trunk, superior mesenteric artery, inferior mesenteric artery, and aortic bifurcation were measured in 3 ways: linear, longitudinal, and transverse. The obtained results were assessed using a comparative analysis with earlier research findings documented in the literature. Results: Among the 20 cadavers included in the study, two of males, were found to have two renal arteries on the right side, and both of them are hiler arteries. These Multiple renal arteries were coexistent with splenomegaly, tortuosity of the abdominal aorta, and deviation of the vertebral column at the level of the 3rd lumbar vertebra. 94.7% of the cadavers exhibited normal renal arterial anatomy. The most common branching location of the main renal arteries and multiple renal arteries (MRA) were the find from the abdominal aorta. Conclusion: Before surgical or radiological procedures in the anatomical region related to and adjacent to renal arteries, knowing the possible renal artery variations in the anatomy of the region is very important to reduce mortality and morbidity during surgical or interventional procedures. Knowing the anatomy of renal arteries and evaluating it radiologically will guide renal transplantation, hepatorenal surgery, interventional radiology, and nephrology the prevention and treatment of many conditions such as hypertension, and target organ damage them.
  • Yayın
    Yargıtay kararları ışığında adli tıbbi açıdan intihara yönlendirme suçu; Bir kesitsel araştırma / In ligth of the decisions of the court of cassation, the crime of incitement to suicide from a medical perspective: A cross sectional study
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Erkman, Fatma Tuğba
    Amaç: İntihar eylemi, kişinin kasıtlı olarak hayatına son vermesi olarak tanımlanmakla birlikte kanunlarda suç olarak tanımlanmamaktadır. Ancak intihar suç olarak tanımlanmasa dahi Türk Ceza Kanunu 84. maddesinde intihara yönlendirme davranışı suç olarak belirtilmiştir. İntihara yönlendirme suçunun birçok unsuru bir arada içermesi ve olayın oluş vasfı açısından olay yeri ve adli tıbbi muayene özellikleri nedeni ile kasten yaralama, eziyet, cebir ve tehdit yolu ile kişiyi intihara mecbur etme suçları ile ayrımının yapılması gerekmektedir. Materyal ve Metodlar: Yargıtay’ın resmi internet sitesi ‘‘https://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIs temciWeb/’’ adresine girilerek “intihara yönlendirme”, “intihara azmettirme”, “intihar”, “intihara teşvik” anahtar kelimeleri kullanılarak saptanan 23.01.2012-14.09.2022 tarihleri arasındaki tüm kararlarda intihara yönlendirme suçunun demografik ve adli tıbbi verileri incelenmiş ve suçun oluşumunda ve değerlendirilmesinde adli tıbbi açıdan önemli olan noktalar taranmıştır. Ulaşılan Yargıtay kararı içerisinde karar içerikleri, suç tipleri ve ilk derece mahkeme (yerel mahkeme) kararının bozulma gerekçeleri belirtilen 38 karar çalışmaya dâhil edildi. Bulgular: Literatür verilerine göre en sık intihar yöntemi olarak ası kullanılmasına rağmen bizim çalışmamızda %37,5 oranla en sık intihar yöntemi ateşli silahtı. Yine ülkemizde yapılan çalışmalarda ölümle sonuçlanan olgularda erkek cinsiyet üstünlüğü varken bizim çalışmamızda vakaların %71,45’ini kadınlar oluşturdu. Sonuç: Suç vasfının ayrımı açısından ayrıntılı olay yeri incelemesi, özellikli vakalarda verbal otopsi, her iki taraf açısından da ayrıntılı psikiyatrik muayene, eşlik eden koşulların ayrıntılı olarak incelenmesi son derece kritiktir.
  • Yayın
    Rare ovarian granulosa tumors: A retrospective analysis / Nadir over granüloza tümörleri: Retrospektif bir analiz
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Konaç, Ayse; Bozkurt, H. Serpil
    Aim: Granulosa cell tumors (GCTs) of the ovary, representing 5-8% of all ovarian cancers, are a rare subtype of sex cord-stromal tumors. These tumors are generally low-grade malignancies with a favorable prognosis. However, clinical presentation and outcomes can vary widely among patients. This study analyzes the clinical and pathological characteristics of GCTs in 17 patients diagnosed within a cohort of 596 individuals evaluated at our institution. Material and Methods: We retrospectively reviewed clinical data from 596 patients treated between January 2017 and February 2023. Seventeen patients diagnosed with ovarian granulosa cell tumors were selected for detailed analysis. Data included age, menopausal status, symptoms, radiological findings, serum CA-125 levels, FIGO stage, surgical interventions, adjuvant therapies, and follow-up outcomes. Results: The patients' ages ranged from 39 to 64 years (median 47, mean 50.41), with 52.9% premenopausal. Common symptoms were abdominal mass (82.4%), dysmenorrhea (29.4%), abdominal pain (17.6%), and cervical lymphadenopathy (70.6%). Radiological imaging showed cystic masses in 41.17% and mixed cystic-solid components in 17.64% of cases. Tumor sizes averaged 7 cm (range 2-20 cm). Elevated CA-125 was observed in 47.1%. No recurrences or metastases were detected during follow-up. Conclusion: GCTs of the ovary generally have a favorable prognosis with low recurrence rates. This study highlights the importance of a multidisciplinary approach and individualized surgical intervention. Further research is necessary to enhance understanding and management of these tumors.
  • Yayın
    The impact of COVID-19 pandemic on recommended adult vaccination in the elderly: A hospital-based study / COVID-19 pandemisinin önerilen erişkin aşılamalarına etkisi: Hastane temelli çalışma
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Karaçepiş, Cemile; Mutlu, Hacer Hicran; Mutlu, Hasan Hüseyin; Gülek, Ayşe
    Aim: With the COVID-19 pandemic, significant changes have occurred all over the world and in Turkey. Recommended adult vaccination practices are one of them. This study aims to compare the adult vaccination rates and awareness before and after the COVID-19 pandemic. Material and Methods: Sociodemographic characteristics (age, gender, marital status, education status, comorbidities), vaccines performed in adulthood, and reasons for getting vaccinated and avoiding vaccines before and during the pandemic were asked to the responders. The results were compared with the data of the study which was performed between 31.01.201701.06.2017 in the same outpatient clinic of the same hospital were used with permission of all the authors. Results: It was observed that pneumococcal (9.9% vs 56.5 %) (p<0,001), influenza (33.9 % vs 47.7 %) (p=0.004), tetanus (1.3 % vs 20.7 %) (p<0,001) and hepatitis B (0.7 % vs 4.8 %) (p=0.04). Vaccination rates significantly increased during pandemic compared to the period before the pandemic. Conclusion: The adult vaccination coverage was insufficient, on the other hand with the pandemic particularly pneumococcal vaccination coverage has increased among adults. It was considered that traditional and social media had an important role in this increase.
  • Yayın
    Kounis syndrome in a patient who developed contrast material allergy: A case report / Kontrast madde alerjisi gelişen hastada kounis sendromu: Olgu sunumu
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Tekin, İsmail; Yılmaz, Gözde; Tüysüz, İbrahim; Yıldırım, Haticenur; Baykan, Necmi
    Kounis Syndrome is one of the consequences of allergic reactions that should be kept in mind as a frequent cause of emergency room visits. Anginal symptoms and ECG changes accompany this phenomenon. Eliminating exposure to the causative agent is the main treatment. In addition, a medication that will provide vasodilation of the coronary arteries and suppress the allergic reaction are also included in the treatment. With this case report, we aimed to draw attention to Kounis syndrome, which may be associated with a wide variety of clinical symptoms and may be overlooked, and to increase clinical awareness.
  • Yayın
    A rare cause of intestinal obstruction in a child: Colonic lithobezoar / Bir çocukta barsak tıkanıklığının nadir bir nedeni: Kolonik litobezoar
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Baykara, Aziz Serhat
    Litho-bezoar is a very rare clinical condition called stone accumulation in any part of the digestive system secondary to the habit of eating soil, stone, and clay. In this article, we aimed to present a case of colonic litho-bezoar in a child with geophagia, iron deficiency anemia, and behavioral disorder. A 4-year-old male patient presented with complaints of cramp-like abdominal pain, vomiting, and chronic constipation for five days. The patient had a history of soil eating habits (geophagia) for two years. Laboratory tests showed that he had iron deficiency anemia. There was no sign of peritonitis in the abdominal examination, but many irregular masses were palpated. Hard fecaliths were also present on rectal examination. Multiple radiopaque masses were detected along the colon tracing on abdominal X-ray. Colon stones were evacuated with a conservative approach by rectal intervention under general anesthesia. After the intervention, the patient was given iron deficiency treatment and psychiatric support. Colonic litho-bezoar is a condition that can usually be treated with a conservative approach. A delay in diagnosis may cause intestinal obstruction and/or perforation. It is important to change eating habits against the possibility of recurrence after the intervention and to get psychiatric support for behavioral problems.
  • Yayın
    Acil servise başvuran iki yaş altındaki travma vakalarının analizi ve radyolojik görüntüleme oranlarının değerlendirilmesi / Analysis and evaluation of radiological ımaging rates of trauma cases under the age of two presenting to the emergency department
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Alpaslan, Mustafa
    Amaç: Bu çalışmada özellikle yeni hareketlenmeye başlayan iki yaş altındaki çocukluk çağı travmaları incelenerek en sık görülen travma çeşitleri ve acil serviste tanıya yönelik yapılan görüntüleme yöntemleri ile sonuçlarının analizi yapılmak istenmiştir. Materyal ve Metodlar: İkinci basamak bir hastanede retrospektif olarak 01.01.2022-31.12.2022 tarihleri arasında acil servise travma sonrası başvuran iki yaş altındaki hastaların hastane elektronik verileri üzerinden taranması ile yapıldı. Yaşı 24 ay ve altında olan vakalar değerlendirmeye alındı. Travma sonucunda meydana gelen yaralanmalar ve sonuçlar analiz edildi. Bulgular: Çalışma kapsamında 1310 hasta değerlendirildi. Ortalama yaş 15,09±5,71 ay olup hastaların %55,4’ü erkekti. En sık %76,6 oranla düşme sonrası başvuru olduğu görüldü. Travmadan en fazla etkilenen bölgeler sırasıyla kafa ve ekstremitelerdi. Hastaların %42,7’ sine röntgen ve %37’sine tomografi çekildi. Tomografilerin %99,5 i baş ve boyun bölgesine yönelik çekildi. Yirmi hasta hastaneye yatırılarak tedavi altına alınırken hastaların 15’i beyin cerrahi ve 5’i ortopedi kliniklerine yatırıldı. Çalışmada ölümle sonlanan vaka olmadı. Sonuç: İki yaş altındaki çocuklarda en sık düşmeye bağlı travmalar görülmektedir. En sık etkilenen vücut bölgesi ise sırayla baş ve ekstremitelerdir. Bunların dışında yanık ve yabancı cisim yutma ve/veya aspirasyon vakaları da sık görülmektedir.
  • Yayın
    University students’ states of having depressive symptoms and hopefulness about getting employed after graduation / Üniversite öğrencilerinin depresif belirtilere sahip olma durumları ve mezuniyet sonrası iş bulma konusunda umutlu olma durumları
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Oral, Belgin; Borlu, Arda; Özsaydı, Seçkin
    Aim: This cross-sectional study aimed to assess the prevalence of depressive symptoms and their levels of hope regarding employment after graduation among university students in Turkey, and the related factors of these. Material and Methods: The research was conducted in 2018 at a state university in Turkey, involving 1,093 students from four different faculties: Dentistry, Architecture, Law, and Fine Arts. The dependent variables were the participants' levels of hope regarding employment and their scores on the Beck Depression Inventory (BDI). Independent variables included gender, age, faculty, economic status, health issues, smoking, alcohol consumption, academic achievement, and school satisfaction. Pearson chi-square test, t-test, and one-way ANOVA (with post hoc Tukey test) were used to evaluate relationships between dependent and independent variables. Results: A significant portion of students in architecture and fine arts faculties reported experiencing depressive symptoms. Higher levels of depressive symptoms were observed among students who expressed no hope of finding employment after graduation. Inadequate financial support, dissatisfaction with body image, academic failure, and weak relationships with family and/or friends were associated with both job hopelessness and higher levels of depressive symptoms among university students. Interestingly, both the prevalence of job hopefulness and depressive symptoms were higher among first-year students compared to other academic levelsr. Conclusion: The study reveals the widespread prevalence of job hopelessness and depressive symptoms among university students in Turkey. Targeted interventions, including career planning support and orientation programs, especially in the first year, could be beneficial in improving the mental well-being and future expectations of university students.
  • Yayın
    Pandemi sürecinde insidental olarak saptanan Pulmoner Aspergillozis olgularının radyolojik ve patolojik korelasyonu / Radiological and pathological correlation of Pulmonary Aspergillosis cases during the pandemic
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Oğuzsoy, Tuba; Türkoğlu, Saim
    Amaç: Pulmoner Aspergillozis genellikle daha önceden oluşan akciğer kavitelerin dekolonizasyon sonucunda gelişir. Bu çalışmada, retrospektif olarak histopatolojik Aspergillozis tanısı mevcut olgularda Bilgisayarlı Tomografi (BT) bulguları amaçlanmıştır. ile uyumunun değerlendirilmesi Materyal ve Metodlar: 2020 ve 2023 yılları arasında SBÜ Van Eğitim ve Araştırma Hastanesine histopatolojik olarak Aspergillozis tanısı mevcut 17 olguda BT görüntülemeleri incelenmiştir. Çalışma, PACS (Picture Archiving and Communication Systems) radyolojik veri arşivleme sisteminden hastaların radyolojik tetkiklerinin pozitif olduğu olgular incelenerek retrospektif olarak yapılmıştır. Hastaların Toraks BT görüntüleri değerlendirilmiştir. Aspergillozis bulguları; kaviter lezyon, buzlu cam dansitesi, noduler formasyon, konsolidasyon şeklinde tanımlanmış ve doku tanısı mevcut olgular çalışmaya dahil edilmiştir. Bulgular: Olguların tamamı kliniğe nefes darlığı ve öksürük şikayeti ile başvurmuştur. Pandemi dönemi olması nedeniyle ön tanıda öncelikli olarak COVID-19 düşünülmüştür. Hastaların BT değerlendirmelerinde en sık tutulum üst lob olup, sıklıkla kaviter ve nodüler lezyonlar şeklinde tespit edilmiştir. Histomorfolojik olarak biyopsi materyallerinin Hematoksilen ve Eosin kesitlerinde (H&E), PAS ve Giemsa boyalarında mantar hif ve spor yapıları saptanmıştır. Sonuç: Sonuç olarak COVID-19 şüphesi ile takip edilen hastalarda BT görüntüleme Aspergillozisi insidental olarak saptamada invaziv olmayan kolay ve güvenilir bir yöntem olarak değerlendirilmiştir.
  • Yayın
    Predicting short cervix: Can neutrophil/lymphocyte ratio be used as a first-line screening method for short cervix? / Kısa serviks öngörüsü: Nötrofil/lenfosit oranı servikal kısalmayı öngördürücü bir birinci basamak tarama yöntemi olabilir mi?
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Uygur, Lütfiye
    Aim: Preterm birth is the leading cause of neonatal and infant mortality. It is recommended to measure the length of the cervix with transvaginal ultrasound in order to detect the patients at risk for spontaneous preterm delivery and to offer preventive treatment options. However, there is no definite consensus on cost-effectiveness of universal screening with this method in low- risk patients particularly in the absence of followup algorithms for those cases with 26-29 mm cervical length. The relationship between spontaneous preterm delivery, cervical insufficiency and intraamniotic infection/inflammation is well-known. In this study, the relationship of neutrophil/lymphocyte ratio, which is clinically used as an inflammation marker, with short cervix was investigated. Material and Methods: This study is a retrospective observational study. 115 patients with short cervix detected by transvaginal ultrasound between 16-34 weeks were recruited as study group, and 94 patients with normal cervical length were taken as the control group. Multiple pregnancies, the patients who did not have a blood count performed one week before or after the ultrasound date, the patients with a positive cervicovaginal culture, the ones who had an active infection clinic according to the examination notes were excluded. Demographic data, hemogram parameters and neutrophil/lymphocyte ratios of the study and control groups were compared. Results: There was no significant difference in terms of maternal age and parity in the study and control groups. Body mass index, number of pregnancies and number of previous preterm deliveries were higher in the short cervix (study) group than in the control group. Cervical length, gestational week at birth and birth weight were significantly lower in the study group than in the control group. Mean week of birth was 33.7 (±5.2) and birth weight was 2374.1 (±1027.5) in the study group, while it was 38.2 (±3.1) and 3410 (±760) in the control group. While the neutrophil and lymphocyte counts were not different between the groups, the neutrophil/lymphocyte ratio was found to be significantly higher in the study group than in the control group. Conclusion: : Elevated neutrophil/lymphocyte ratio in mid-trimester is associated with short cervix. The gold standard in the diagnosis of cervical insufficiency is cervical length measurement with transvaginal ultrasound. However, this examination is not applied to everyone in daily practice. It should be emphasized to patients that this examination should not be abandoned in patients with a high neutrophil/lymphocyte ratio. In the low-risk group, the neutrophil/lymphocyte ratio can be used as a first-line screening method.