İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Yayın Türkiye Karayolu ve Demiryolu Taşımacılığı, Sektör Araştırması Raporu(INTERNATIONAL TRANSPORT WORKERS’ FEDERATION (Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu), 2023) Bürüngüz, NurdanElinizdeki rapor, Türkiye’de karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinin mevcut yapısını ve son yıllarda yaşadıkları dönüşümü ayrıntılı bir biçimde ele almakta ve gelecekte bu sektörlerin karşılaşabilecekleri potansiyel gelişmeleri öngörmeye yönelik kapsamlı bir analiz sunmaktadır. Yaşanan bu hızlı dönüşüm sürecinin etkilerini toplumsal yaşamın her alanında görmek mümkündür. Rapor, bu dönüşümün, karayolu ve demiryolu işçilerinin çalışma koşulları ve hakları üzerindeki etkilerini inceleyerek, işçilerin kapitalist ilişkilerden kaynaklanan bu değişikliklere karşı nasıl mücadele edebilecekleri konusunda bu sektörde örgütlü sendikalara bir perspektif sunmayı hedeflemektedir. Türkiye’de karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörleri, ülkenin ekonomik kalkınması, sosyal refahı ve çevresel sürdürülebilirliği bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu sektörlerde çalışan işçilerin ve sendikaların hakları, sorumlulukları ve katkıları da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu rapor, karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinin ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarını kapsamlı bir şekilde analiz ederek, bu sektörlerdeki işçi ve sendika hareketinin mevcut durumunu, karşılaştığı sorunları, taleplerini ve mücadele önerilerini ortaya koymaya çalışmaktadır. Karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde çalışan işçiler, çoğu durumda benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunlar listesinin en başında “düşük ücretler”, “uzun çalışma saatleri”, esas olarak özel sektörden oluşan karayolu işçileri için olmak üzere “güvencesiz istihdam”, “taşeronlaştırma”, “sosyal hakların eksikliği”, “görece yüksek kaza oranları”, “mesleki eğitim olanaklarının yetersizliği”, “iş güvenliğinin sağlanamaması” ve “sendikal örgütlenmenin zayıflığı” yer almaktadır. Türkiye, geleneksel olarak karayollarında özel sektörün, demiryollarında ise kamunun yatırımlarının ağırlık taşıdığı ülkelerden biridir. Ancak, son yıllarda, demiryolu taşımacılık işçileri, yukarıda sıralanan sorunların yanı sıra, küresel kapitalizmin neo-liberal politikalarının doğrudan bir yansıması olarak özelleştirme politikalarının olumsuz etkileriyle de uğraşmaktadır. Bir başka ortak sorun da ülkemizdeki tüm ekonomik sektörlerde olduğu gibi hem karayolu hem de demiryolu taşımacılığı sektörlerinde sendikal örgütlenmenin ve işçi mücadelelerinin ağır bir baskı altında tutuluyor olmasıdır. Karayolu ve demiryolu taşımacılığı işçileri, sendikal örgütlenme, iş güvencesi, daha iyi ücret ve çalışma koşulları için mücadele ederken sık sık baskı ve sindirme ile karşılaşmaktadır. Türkiye, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) Küresel Haklar Endeksi raporuna göre de, işçi haklarının en fazla ihlal edildiği 10 ülkeden biridir ve bu durum ne yazık ki uzun yıllardır devam etmektedir. İşçi hakları ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, bu raporun merkezinde yer almaktadır. Ayrıca, bu sektörlerde çalışan işçilerin ve sendikaların örgütlenme, eğitim ve dayanışma konularında neler yapabileceklerini araştırarak, bu sektörlerdeki işçilerin daha iyi çalışma koşullarına sahip olmalarını sağlayacak öneriler sunmaktadır. Rapor, ayrıca, karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde kadın istihdamının ve kadın işçilerin sendikal faaliyetlerde ve organlarda daha fazla yer alması için neler yapılması gerektiğini ele almaktadır. Bunun yanı sıra, sektörlerdeki genç işçilerin örgütlenmesi, mesleki eğitim, staj, işe alım süreçlerinde nasıl desteklenebilecekleri ve sendikal bilinç kazanmalarının nasıl sağlanabileceği de bu rapor kapsamında değerlendirilmektedir. ÖNSÖZ Bu raporun bir diğer yönü, Türkiye’de karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde çalışan işçilerin durumunu analiz etmek ve onların haklarını savunmak için neler yapılabileceğini ortaya koymaktır. Bu sektörlerde yaşanan dönüşümün hem ekonomik hem de sosyal boyutları vardır. Rapor, bu boyutları göz önüne alarak, işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmek için hangi adımların atılması gerektiğini tartışmakta ve işçi haklarının en büyük savunucusu olarak sendikalara bir tartışma zemini sunmaktadır. Raporun karayolları ve demiryolları kısımlarının ilk bölümlerinde, Türkiye’de karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinin genel durumu incelenmektedir. Bu bölümlerde, her iki sektörün ekonomik önemi, sosyal etkileri ve çevresel sorunları ele alınmaktadır. Ayrıca, bu sektörlerde çalışan işçilerin profili, sayısı ve dağılımı da verilmektedir. Raporun karayolları ve demiryolları kısımlarının ikinci bölümlerinde, karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde işçilerin karşılaştığı sorunlar ayrıntılı bir şekilde irdelenmektedir. Bu bölümlerde, işçilerin ücret, çalışma saatleri, istihdam güvencesi, sosyal haklar, iş sağlığı ve güvenliği, mesleki eğitim ve sendikal örgütlenme gibi konularda yaşadıkları zorluklar tartışılmaktadır. Ayrıca, demiryolu taşımacılık sektöründe özelleştirme politikalarının işçiler üzerindeki olumsuz etkileri de değerlendirilmektedir. Üçüncü bölümlerde ise karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde işçilerin haklarını korumak ve geliştirmek için neler yapılabileceği konusunda öneriler sunulmaktadır. Bu bölümlerde, işçilerin ve sendikaların örgütlenme, eğitim ve dayanışma stratejileri üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, bu sektörlerde çalışma koşullarını iyileştirmek için devlet, işverenler ve diğer sosyal paydaşlarla nasıl bir diyalog kurulabileceği de tartışılmaktadır. Raporda, karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerine dair bölümler, iki ayrı, bağımsız makale formatında sunulmuştur. Bu tercih, raporda hem her iki sektörü bütünsel bir perspektifle verirken hem de arzu eden okuyucuya sadece karayolu veya demiryolu taşımacılığına odaklanabilme imkânını tanımaktadır. Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITF) Karayolu ve Demiryolu Taşımacılığı Bölümü’nün yürüttüğü “Türkiye Karayolu ve Demiryolu Taşımacılığı Sektör Araştırması Raporu” adlı bu çalışmanın gerçekleştirilmesinde ITF Bölüm Sekreteri Noel Coard, Bölüm Sekreter Yardımcısı Deniz Akdoğan, Kıdemli Bölüm Yardımcısı Inga-Lena Heinisch, ITF Araştırma Bölümü yönetici ve uzmanları, ITF Program Yöneticisi Patrik Bergvall, Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Berlin Genel Merkezi ve Türkiye’deki FES Program Yöneticisi Cihan Hüroğlu’na değerli katkıları için teşekkür ederiz. Bu kişilerin ortak çabaları olmadan, bu önemli araştırma gerçekleştirilemezdi. Raporun yazımı sırasında yoğun emek harcayan arkadaşlarımızdan karayolu sektörü bölümünü kaleme alan araştırmacı Nurdan Bürüngüz’e, demiryolu sektörü bölümünü yazan araştırmacılar Meltem Azdemir Yalçınkaya ve Selçuk Akbıyık’a, araştırmanın tüm ayrıntılarını göz önünde bulundurarak değerli önerilerde bulunan editör Kemal Ülker’e teşekkür ederiz. Raporun, kara taşımacılığı sektöründe yeni işçilerin örgütlenmesine yönelik çalışmalara katkı sağlayacağını ve bu alanda mücadele yürüten sendika yöneticileri ve uzmanları ile işçiler için yararlı bir kaynak olacağını ümit ediyoruz.Yayın Attachment-based psychosocial programme for under-privileged school children with adverse life experiences in Istanbul, Turkey(Springer, 2022) Warfa, Nasir; Karasar, Şahin; White, RobertChildren experiencing educational neglect are likely to experience the harm associated with adverse life experiences and a range of emotional and psychological challenges. Using attachment theory and psychosocial frameworks, we devised and implemented an intervention designed to ameliorate the deleterious efects of challenging behaviours in an elementary school situated in a deprived neighbourhood of Istanbul, Turkey. For a period of eight months, 160 pupils received a psychosocial intervention once a week. Children’s patterns of behaviour, emotions, movements, interactivity, socialisation and interpersonal communications were observed during this period. Core activities of the intervention included library visits, reading, writing and listening games, maths games, drawing, animal animation, leaf making, ball games, parachuting games, colouring, hula-hoop and driver-car role plays. At the end of the intervention, one group of children made signifcant improvements in behavioural changes while no improvements were observed for another group. Although further research is required to generalize beyond the reference group, the fndings suggest that a robust collaboration between inter-agency community partnership and universities can play a crucial role in responding to the needs of marginalized children with psychological and emotional problems.Yayın Suriyeli ve Türkiyeli genç kadınlar ve erkeklerin gündelik yaşamları: Küçükçekmece ve Sultanbeyli’de nitel bir araştırma(Türkiye Ekonomik Sosyal Siyasal Araştırmalar Vakfı, 2022) Yükseker, Deniz; Tekin, UğurTürkiye’de, gençlerin yaşam koşulları, eğitim ve çalışma deneyimleri, farklı konulardaki tutumları ve hayattan beklentileri giderek daha çok tartışılıyor ve araştırmalara konu ediliyor. Öte yandan, Suriyelilerin Türkiye’deki yaşamları hakkında önemli bir bilimsel araştırma külliyatı da oluşmuş durumdadır. Ancak, Suriyeli gençlerle ilgili yeterli sayıda çalışma olduğu söylenemez. Bu rapor, bu iki literatürün – gençlik çalışmaları ile göç çalışmalarının – kesiştiği alandaki bir konuyu ele alıyor. İstanbul’un Sultanbeyli ve Küçükçekmece ilçelerinde Türkiyeli ve Suriyeli genç kadınların ve genç erkeklerin gündelik hayatlarına, eğitim ve çalışma deneyimlerine, belirli konulardaki tutumlarına ve gelecekten beklentilerine odaklanıyor. Raporun temelini teşkil eden araştırma projesi, Ağustos-Kasım 2021 arasında Küçükçekmece ve Sultanbeyli’de gerçekleştirildi. Heinrich Böll Stiftung Derneği (HBSD) Türkiye Temsilciliği’nin desteklediği projeyi, Türkiye Sosyal, Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES) yürüttü. Proje kapsamında, bu iki ilçede yaşayan 14-20 yaş arası Suriyeli ve Türkiyeli kadınlar ve erkekler ile toplamda 52 derinlemesine görüşme yapıldı ve yedi odak grubu toplantısı gerçekleştirildi. Ayrıca, iki ilçede gençlere yönelik faaliyetleri olan kurumların temsilcileriyle ve hizmet sunucularla toplam 12 görüşme yapıldı. Bu raporda araştırmanın bulguları üç temel eksende değerlendiriliyor. Bunlardan ilki, genç kadınların ve erkeklerin aile, eğitim ve çalışma hayatı içindeki deneyimlerine ilişkindir. İkinci eksen, genç katılımcıların arkadaşlık ilişkileri, sosyal faaliyetleri, Suriyeliler ve Türkiyeliler arasındaki ilişkiler üzerine odaklanıyor. Üçüncü eksen ise gençlerin gelecekle ilgili planları ve istekleri ile toplumsal cinsiyet ilişkilerine ilişkin tutumları hakkındadır. Araştırmanın bulguları şu şekilde özetlenebilir. İki ilçedeki Suriyeli ve Türkiyeli genç katılımcıların hayatlarında aile ve akrabalarla dayanışma ile göç (ve Suriyeliler için savaştan kaçış) geçmişi önemli bir yer tutuyor. Ancak, aile ve akrabalarla ilişkiler, genç kadınlar ve özellikle Suriyeliler için bir toplumsal baskı unsuru da oluşturuyor. Kamusal alanlarda erkeklerin tacizkâr davranışları ile aile ve akrabaların korumacı yaklaşımları kadınları baskılayan olgular arasındadır. Katılımcıların birçoğu eğitimine devam ederken, özellikle erkekler için kimi zaman okulla bağların zayıfladığını veya okulu terkle sonuçlandığını görüyoruz. Suriyelilerin okul deneyimi, Türkçe becerilerinin yetersizliği ve mevzuatla ilgili sorunların yanı sıra kendilerine yönelen önyargılı tutumlar ve ayrımcı davranışlar çerçevesinde şekilleniyor. Birçok katılımcının düzensiz, geçici ve düşük ücretli işlerde çalışma deneyimi bulunuyor. Özellikle Suriyeli erkekler arasında, çalışmanın ailelerine yardım için bir zorunluluk haline geldiği ve okulu terk etmeye de sebep olduğu görülüyor. Gençlerin sosyal ilişkilerine bakıldığında, pandemi dönemindeki kapanmaların olumsuz bir etkisinin olduğu, özellikle genç kadınların eve kapandığı, bu dönemde sosyal medya ve internet kullanımının çok arttığı gözlemleniyor. Suriyeli ve Türkiyeli erkek katılımcılar için futbol bir sosyalleşme mecrası iken, kadınların sosyal açıdan daha yalıtılmış olduğu söylenebilir. Özellikle Küçükçekmece’de gençlerin kullanabileceği kamusal mekânların yokluğu göze çarpıyor.Suriyeli katılımcıların gündelik yaşamlarını, bir ölçüde, maruz kaldıkları önyargılar ve düşmanca davranışlar şekillendiriyor. Türkiyeli katılımcıların ise, kadın-erkek fark etmeksizin, Suriyeliler hakkında toplumda yaygın olan kalıp yargıları sahiplendikleri gözlemleniyor. Katılımcıların gelecek beklentilerine bakıldığında, eğitimine devam edenlerin eğitimini tamamlama ve meslek edinme hedeflerinin yanında, kendi işini kurma, kripto paradan zengin olma gibi toplumda popüler olan kimi hayallerin erkekler arasında yaygın olduğu söylenebilir. Yurtdışında, özellikle Avrupa’da yaşama amacı hem Suriyeli hem Türkiyeli genç kadınlar ve erkekler arasında revaçta olan bir düşünce olarak bulunuyor. Toplumsal cinsiyet ilişkilerine dair görüşleri açısından, Suriyeli ve Türkiyeli kadın katılımcıların eşitlik, kendi kararlarını kendilerinin verebilmesi ve evlendikten sonra da çalışma konusunda güçlü fikirleri olduğu görülüyor. Sonuç olarak, katılımcı gençlerin eğitim, çalışma hayatı, toplumsal baskılar, önyargılar gibi pek çok alanda sorunlarının olduğunu, ancak geleceklerini inşa etmek için kısıtlı imkanlardan yararlanmanın yollarını aradıklarını söyleyebiliriz. Bu iki ilçedeki Suriyeli ve Türkiyeli genç kadınlar ve erkeklerin büyük çoğunluğu, hedeflerine ulaşmak için ısrarla çaba gösteriyorlar. Dolayısıyla, gençlere yönelik eğitsel ve sosyal alanda destekleyici faaliyetlerin düzenlenmesi ve onların kullanımına yönelik kamusal alanlar yaratılması büyük önem taşıyor.Yayın COVID-19 salgınının çalışanların kişisel yaşamı üzerindeki etkileri: cinsiyet bağlamında bir değerlendirme(Afet ve Risk Dergisi, 2022) Özeren, Özlem Çapan; Çabuk, Çağlar; Şimga, HülyaBu çalışmada, COVID-19 salgını ile birlikte kendilerini Heteropya’ ya dönüşen bir dünyanın içinde bulan çalışanların kişisel yaşamlarının salgın sürecinden nasıl etkilendiğinin nitel yöntem aracılığıyla incelenmesi hedeflenmiştir. Veriler, farklı iş kollarında çalışan yaşları 25 – 65 arasında, 21 kadın, 27 erkek katılımcıyla yapılan grup odak görüşmelerinden elde edilmiş, veri analizi tekniği ile yürütülen araştırmada MAXQDA’nın güncel sürümü kullanılmıştır. Uzaktan çalıştıkları için sosyal yaşamları da evlerin içine hapsolan, karantinada dışarı çıkamadıkları için hareketsizleşen ve sosyal çevreleri hane içindekilerle sınırlanan kadın ve erkekler, Salgın öncesindeki sosyal yaşamlarından yoksun kalmışlardır. Salgındaki bir diğer zorluk ise ev içi işlerde kadınlardan beklenen geleneksel rollerin sürdürülmesine yönelik adil olmayan beklenti ve buna bağlı olarak kadınların iş yüklerindeki dramatik artıştır. Erkek partnerlerinin ev işlerinin sorumluluğunu eşit bir şekilde paylaşmamaları, kadınları, salgın süresince artan ev işi, çocuk bakımı gibi sorumlulukları çoğu zaman tek başlarına üstlenmek zorunda bırakmıştır. Araştırmada, karantina döneminde kişisel kaynakları evin dışında kalan erkeğin yaşadığı stres nedeniyle psikolojik açıdan kadınlara kıyasla daha dayanıksız oldukları gözlenmiştir. Salgında en fazla yaşanan duygular, yakınlarına hastalık bulaştırma kaygısı, yoğun belirsizlik hissi ve buna bağlı endişe gibi gözükmektedir. Salgın döneminde hane halkının karşılıklı yardımlaşmaya dayalı tutumunun, krizle baş edebilmek bakımından son derece işlevsel olduğu görülmüştür. Araştırmanın sonuçları cinsiyet açısından değerlendirildiğinde, salgın gibi kriz dönemlerinde daha görünür hale gelen kadınlara karşı ayırımcılığın toplumun genelini ilgilendiren bir sorun olduğu açıktır. Cinsiyetçi bakış açısının eşitlik yönünde dönüşümü için, bu çalışmada önerilenler dahil olmak üzere, çeşitli önlemler alınması daha adil bir toplum için olmazsa olmaz niteliktedir.Yayın Antik Yunan’da şifa kadın bedeni ve hastalıkları üzerine epistemolojik bir çalışma(Türk Tabipleri Birliği Yayınları, 2012)Antik Yunan döneminden, milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış hekim Hipokrates’in olduğu söylenen yazılardan yola çıkarak Hipokratik şifa verme pratiği diye adlandırabileceğimiz, doğa felsefesi, özellikle atomcu Demokritus’un cinsiyet konularına yaklaşımlarından büyük etki almış bir zihniyetin, kadın bedeni ve kadın hastalıklarına bakış açısını inceledim. Bu itibarla Kos'lu Hipokrat'ın tarihte, özellikle tıp alanında Antik Yunan’ı imleyen değişimler yarattığı söylenebilir. En az bin yıla yayılarak incelenebilecek bu tarzın oluşma sürecini, yine onun metinleri üzerinden ilerleyerek anlamaya çalışmak; metinlerine yorum yaparak Hipokratik sayılabilecek bir tarzla şifa verme pratiğini anlatmak kadar metinlerde geçen kadın hikayelerini tekrar anlatmak da bence hem günümüz tıbbında kadınların yerini anlamak, hem de bu kadim geleneği yaşatmak açısından önemli. Bu pratik Hiporatik tarzı değiştirmiş sonraki geleneklerle birleştirerek, öncelikle Aristotelesçi dört element teorisine1 uydurarak, sonrasında Roma’ya Efes’ten gidip bu tarzı yayan, ilk jinekologlar olarak sınıflandırılan Rufus ve Soranus, ve ardından büyük lakaplı Galenus’un karmaşık reçetelerde kullandığı şifa veren bitki ve pratiklerin anlaşılmasının yanı sıra, bu pratiklerin Hipokrat metinlerindeki2 daha basit ve sade hallerini de anlamaktan geçiyor.Yayın Türkiye'de sosyal hizmetlerin dönüşümü(Hacettepe Üniversitesi, 2011) Şahin Taşğın, Neşe; Özel, HüseyinKapitalizm, dönemsel krizlerinden birini daha yaşıyor ve bu kriz, sosyal politikayı dönüştürüyor. Bu süreçte, sosyal politikanın en önemli alanlardan biri olan sosyal hizmetler de dönüşüyor/dönüştürülüyor. Bu dönüşümde, hayırseverlikten, flantropiye, refah devleti uygulamalarıyla da vatandaşlık ve insan hakları temelinde gelişen sosyal hizmet sunumundan tekrar hayırseverliğe bir gerileme yaşanıyor. Birey, aile ve toplumun toplumsal sorunların çözümünde üstelenme leri gereken sorumlulukla ilgili giderek artan vurgu sivil toplum örgütlerinin bu alanda daha çok yer alması gerekliliği düşüncesiyle de birleşince, yoksulluk dâhil çoğu sosyal sorunun çözümünde devlet temel aktör olmaktan çıkıyor. Sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin sunumu, refah karması (welfare mix) olarak adlandırılan anlayış çerçevesinde piyasaya, sivil toplum örgütlerine ve dini kurumlara havale ediliyor. Bu bildiride, Türkiye’de sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin gelişimi ve mevcut durumu genel hatlarıyla özetlenerek, yaşanmakta olan dönüşümün Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun pratikleri ve yeniden yapılandırılması üzerinden eleştirel bir değerlendirmesinin yapılması amaçlanmıştır.Yayın Irkçılık ve ayrımcılığın önlenmesi: Türkiye’deki mevcut durum ve sosyal hizmet için öneriler(Hacettepe Üniversitesi, 2021) Taşğın Şahin, NeşeIrkçılık ve ayrımcılık karşıtı uygulama, sosyal hizmetin temel konularından ve etik ilkelerinden biridir. Ayrımcı ve ırkçı muamele, aynı zamanda insan hakları ihlalidir. İnsanlar, ayrımcılık ve ırkçılığa maruz kalmaları nedeniyle sosyal hizmet yararlanıcısı olabildikleri gibi, sosyal hizmetlerden yararlanma süreçlerinde de ayrımcılığa ve ırkçılığa maruz kalabilmektedirler. Bu nedenle ayrımcılık ve ırkçılık, sosyal hizmet eğitiminde ve mesleki uygulamalarda sıklıkla ele alınan ve çalışılan konular olagelmiştir. Irkçılık ve ayrımcılık karşıtı, radikal, eleştirel, feminist sosyal hizmet ile bu yaklaşımlardan beslenen baskı karşıtı sosyal hizmet teorisi ve uygulaması üzerine geniş bir sosyal hizmet literatürü bulunmaktadır. Bu makalede, ayrımcılık ve ırkçılık, insan hakları temelinde ele alınarak, Türkiye’deki yasal durum ve uygulamalar aktarılmış, sosyal hizmet eğitimi ve uygulamalarında yapılabilecekler üzerine önerilerde bulunulmuştur.Yayın Sosyal hizmet süpervizyonu ve Türkiye için öneriler(Hacettepe Üniversitesi, 2019) Şahin Taşğın, NeşeSüpervizyon, meslekleşme sürecinin başlangıcından bu yana sosyal hizmetin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Sosyal hizmetin geliştiği ülkelerin çoğunda, üniversitelerin sosyal hizmet bölümlerinde, sosyal hizmet sunulan kurumlarda (kamu ya da özel) ve meslek örgütlerinde süpervizyona ilişkin standartlar bulunmaktadır. Türkiye’de ise, süpervizyon sosyal hizmet lisans ve lisansüstü eğitimi süreçleri dışında gündeme gelmemiştir. Ülkemizde, sosyal hizmet uzmanlarının süpervizyon ihtiyacı ve sosyal hizmet bölümlerinin sayısının artması nedeniyle, hem sosyal hizmet uzmanları hem de öğrencilere yönelik süpervizyon konusunda bilgi üretmeye ve araştırma yapmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ihtiyaçtan hareketle makalede, ilk olarak, sosyal hizmet süpervizyonunun tanımı, tarihsel gelişimi, yaklaşımlar ve güncel tartışmalar özetlenmiştir. Ardından da Türkiye’de süpervizyon sisteminin geliştirilmesi için öneriler sunulmuştur.Yayın Kentsel dönüşüm sarmalında bir entegrasyon projesi: Esenyurt Fatih Mahallesi Romanları örneği(Maltepe Üniversitesi, 2014) Akıncı, EbrarEsenyurt, İstanbul'un en hızlı büyüyen ve göç alan ilçelerinden biridir. Enformel iş gücüne dayalı hale gelen yeni ekonomik yapı, sosyal güvenlik olanaklarından yoksun ve marjinalleşen bir nüfusu da beraberinde getirmektedir. Bu çalışma Temmuz - Eylül 2012 tarihleri arasında Romanların Sosyal ve Ekonomik Hayata Entegrasyonu Projesi kapsamında, Esenyurt Fatih Mahallesinde yaşayan Romanlar ile yürütülmüş kısa süreli alan araştırmasında elde edilen bulgulara dayanmaktadır. Alan çalışmasında, hızlı değerlendirme yöntemi uygulanmıştır. Proje çerçevesinde, Esenyurt ve civarına hizmet edecek “Sürekli Seracılık Meslek Eğitim Merkezi” kurulması sağlanmış. Böylelikle yakın çevredeki Romanların Esenyurt Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nde ve civardaki modern konutların bahçıvanlık hizmetlerinde istihdamını sağlamaya dönük seracılık ve peyzaj eğitimi almaları planlanmıştır. Uygulama bölgesi Esenyurt Fatih Mahallesi’nde ikamet eden Romanlar arasından 18-65 yaş arası ve 55’i kadın, 6’sı erkek olmak üzere, 61 gönüllü seracılık, peyzaj ve girişimcilik eğitimini tamamlamıştır ve istihdam olanaklarını beklemektedir. Esenyurt Fatih Mahallesi’nde yaşamakta olan ve kentsel dönüşüm dinamiklerine uyum sağlamaya çalışan Romanların yaşam koşulları hakkında betimleyici bilgi sunmayı amaçlayan bu çalışma, başta yoksulluk olmak üzere, işsizlik, düşük okur yazarlık oranı, eğitim yetersizliği, toplumsal dışlanma gibi en belirgin sorunlarına değinmektedir.Yayın Engelli çocuğun evlilik doyumuna etkisi(Ordu Üniversitesi, 2020) Eren Kanbir, AyşeÇalışmanın ana problemi, engelli bir çocuğa sahip olmanın evlilik doyumu üzerindeki etkisini anlamaktır. Niteliksel araştırma yöntemi kullanılmış ve oluşturduğumuz soru formu üzerinden katılımcılar ile yüz yüze görüşmeler yapılmıştır. Araştırmaya konu olan engelli çocuğa sahip olan bireyler, Giresun merkez ve çevre ilçelerde yaşayan 36 kişiden oluşmaktadır. Bu kişilerin bazıları çift olarak, bazıları da tek eş olarak araştırmaya dahil olmuştur. Tüm katılımcılar ile bireysel görüşme yapılmıştır. Bireylerin demografik dağılımlarında bir denge gözetilmiştir. Katılımcıların bir yarısı kırk yaşın altında diğer yarısı ise kırk yaşın üstündedir. Eğitim durumları ise ilköğretim, lise ve üniversite mezunu olmak üzere 12’şer kişilik üç gruptan oluşmaktadır. Aynı zamanda katılımcıların yarısı erkek yarısı kadındır. Çalışmada evlilik doyumunun, engelli çocuğun doğumu ile birlikte azaldığı gözlenmiştir. Ancak evliliğin sosyolojik ve ekonomik özellikleri bu sonuç üzerinde etkilidir. Eşler arası sorumluluk paylaşımının ve dayanışmanın varlığı evlilik doyumunu olumlu etkilemektedir. Dindar ve kaderci eğilimleri güçlü olan çiftlerin görece evlilik doyumunun daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Gelir seviyesi yüksek olan ailelerin evlilik doyumu görece düşük olan çiftlere kıyasla daha yüksek olarak gözlenmiştir. Eğitim seviyesi yüksek çiftlerde evlilik doyumu düşük gözlenmiş; eğitim seviyesi düşük çiftlerde ise evlilik doyumu daha yüksek gözlenmiştir. Çiftlere yaşadıkları güçlükler karşısında destek sağlandığında evlilik doyumu artmaktadır. Bu destekler yakın çevre ilgisi, profesyonel psikolojik danışma, devletin sosyal ve ekonomik katkıları ve bütünüyle toplumsal destektir.Yayın Secondary traumatic stress, depression, and anxiety symptoms among service providers working with Syrian refugees in Istanbul, Turkey(Springer, 2022) Brooks, Mohamad Adam; Dasgupta, Anindita; Meinhart, Melissa; Tekin, Uğur; Yükseker, Deniz; Kaushal, Neeraj; El?Bassel, NabilaThis paper examines the mental health of service providers working with Syrian refugees. Using the Professional Quality of Life framework, we hypothesize greater stress/less support from the work, person, client environment is associated with symptoms of STS, depression, and anxiety. We surveyed a sample of 104 service providers throughout Istanbul late 2018. Multivariable logistic regression examined associations between work (organizational support, caseload, supervision), person (perceived social support), client environment (trauma disclosure, percent Syrian refugees) on STS, depression, and anxiety. We found rates of moderate-to-severe STS to be 27.88%; depression 40.38%; and anxiety 29.81%. Our hypothesis was partially supported. Lower organizational support was associated with moderate-to-severe STS (aOR 0.91, 95% CI 0.84, 0.99) while lower social support with anxiety (aOR 0.89, 95% CI 0.81, 0.99). Caseload, supervision, trauma disclosure, percent refugees did not show significant associations. Organizations working with Syrian refugees may benefit from enhancing organizational support and promoting social support for staff.Yayın Şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanısı almış hastalarda çalışma yaşamının incelenmesi: bir pilot çalışma(Kocaeli Üniversitesi, 2017) Kaytaz Yılmaz, Beyza Nur; Abut, Fatma Betül; Yıldız, MustafaAmaç: Bir grup şizofreni ve şizoaffektif bozukluk hastasında iş yaşamının derinlemesine incelenmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışma, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri servis ve polikliniğinde takip edilen 90 şizofreni, 10 şizoaffektif bozukluk tanılı hasta ile yürütüldü. Hastalarla gerçekleştirilen 20 dakikalık görüşmelerde araştırmacıların geliştirdiği iş yaşamı formu kullanıldı. Elde edilen veriler tanımlayıcı istatistiklerle çözümlendi. Bulgular: %78’i erkek, %18’i evli ve %86’sı ailesiyle yaşayan hastaların yaş ortalaması 40 ve eğitim düzeyi 9 yıl idi. Hastalığın başlangıç yaşı ortalama 23.5, toplam hastane yatış sayısı 3 ve yatış süresi ortalama 87 gün idi. Hastaların, hastalanmadan önce ve sonra ortalama bir iş deneyiminin olduğu, sadece %10’unun aktif olarak çalıştığı ve %14’ünün yaşam boyu hiç çalışmadığı saptandı. Hastalardan 18 yaşından sonra beklenen çalışma süresi 22 yıl iken, hastalık öncesi toplam çalışma süreleri 3.5 yıl ve hastalık sonrası toplam çalışma süreleri ortalama 2.4 yıl idi. Çalışan hastaların genellikle (%71) geçici işlerde çalıştığı ve iş yerinde sorunlar yaşadığı (%70) belirlendi. Sonuç: Hastaların çoğunluğunun çalışmaması ve hastalık öncesinde beklenen 5 yıllık çalışma süresince 3.5 yıl çalıştıkları halde hastalık sonrasında 17 yıllık beklenen çalışma süresince yalnızca 2.4 yıl çalışmaları hastalığın yıkıcı etkisini ve işe yerleştirim ve mesleki iyileştirimin gerekliliğini göstermektedir. Çalışmanın daha büyük örneklemle çok merkezli yürütülmeye devam edilmesi planlanmaktadır.Yayın Hipokratik metinlerde kadınların doğası ve jinekolojinin ortaya çıkışı(Ankara Üniversitesi KASAUM, 2019)Genelde erkeklerin daha görünür olduğu eskiçağ yazının aksine, Hipokrates’in kadınları da görünür kılan metodu, gözlem, yeni bir gözlem nesnesi yaratarak, jinekolojiyi doğurmuştur. Böylece antikitenin “beyaz-kollu” kadını artık görünürün alanına getirilmiş olur. Hipokratik metinlerdeki kadın hasta hikayelerinde, gözleme dayalı Hipokratik iş yapma biçiminin temelde iki kaynak ışığında çalıştığı söylenebilir: her ikisi de, analitik ve analojik olanı bütünleştiren şekilde, genelde sağaltmaya doğru aktif bir güç olan doğa, ve bedeni oluşturan dört temel sıvıdan (suyuk) biri olan su. Doğa’nın Hipokratik pratikte bu kullanılış biçimi ekolojik bir bakış açısıyla Kuhn’un “karşılaştırılamazlık” kategorisine karşı, bir arada iş yapma biçimlerini mümkün kılar. Çalışmada kısaca bilimsel (d)evrimlerin yapısı incelenmeye Popper ile başlanmış, Kuhn, Lakatos, Feyerabend, ve son olarak Crombie ile devam edilip, sonuncunun ‘düşünme biçimleri’ kavramının, pratiğe odaklanması ile, Hipokratik jinekolojik metodu anlamakta kullanılabileceği vurgulanmıştır.Yayın Rates and correlates of employment in patients with schizophrenia: A multicenter study in Turkey(SAGE Publications, 2019) Yıldız, Mustafa; Kaytaz Yılmaz, Beyza Nur; İncedere, Aysel; Abut, Fatma Betül; Aydın, Azize Özgül; Sarandöl, Aslı; Yener Örüm, Tuna Güzide; Kurt, Aydın; Erşan, Etem ErdalBackground: There is not enough information regarding the participation in the working life of the patients with schizophrenia in Turkey.Aims: The aim of this study was to examine the occupational experiences of patients with schizophrenia before and after the illness and to investigate the factors that predict work participation.Methods: The data on occupational life of the patients with schizophrenia, which were treated as outpatients in six different centers, were examined. The rates of participation in working life before and after the disease were evaluated. Patients with and without occupational life history after the disease were compared in terms of demographic characteristics. Factors predicting participation in work life after the disease were analyzed by logistic regression analysis.Results: Out of the 587 patients evaluated in the study, 73% were males, 73% were single, the mean age was 42, mean level of education was 9 years and the average duration of illness was 18 years. The duration of the employment before the disease was higher than that after the disease regarding expected working time. The rate of employment was 11% currently, 14% in the last year, 62% after the disease and 83% for the lifetime. While the factors that predicted to be in working life after the illness were male gender (odds ratio (OR) = 2.9), diagnosis of schizoaffective disorder (OR = 2.6), high level of education (OR = 1.2) and employment history before the onset of the illness (OR = 1.0), only the shorter duration of illness (OR = 1.1) predicted the current working status when the gender variable was excluded.Conclusion: Rate of employment of patients with schizophrenia living in Turkey was low as in other countries. Good premorbid functioning seems to determine participation in occupational life after the illness.Yayın Öğretmenlerin bakış açısıyla öğretmen öğrenci ilişkileri ve öğretmenlerin ihtiyaçları(DergiPark, 2022)Etkili bir okul sistemi, öğrencilerin akademik ihtiyaçlarına eşlik eden sosyal ve duygusal ihtiyaçlarının anlaşılmasını ve karşılanmasını gerektirir; söz konusu ihtiyaçların giderilmesinde sorumluluğun büyük bölümünü öğretmenler taşır. Öğretmenlerin öğrencilerine güvenli, destekleyici ve kapsayıcı bir okul ortamı sağlayabilmesi de kendi mesleki doyumlarının artırılmasına, çalıştıkları kurumlarla bağlarının güçlendirilmesine, okul ortamının güvenli, dayanışmacı ve kapsayıcı kılınmasına bağlıdır. Bu çalışma, öğretmenlerin öğrencilerle ilişkileri bağlamında ihtiyaçlarını anlamayı amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda yarı-yapılandırılmış açık uçlu sorularla derinlemesine görüşmeler yapılmış; elde edilen nitel veriler, görüşmecilerin sıklıkla dile getirdiği temalar çerçevesinde yorumlayıcı fenomenolojik analize tabi tutulmuştur. Araştırma bulgularına göre öğretmenler, travmatize edici yaşam koşullarında büyüyen risk altındaki dezavantajlı öğrencilerle ilişkilerinde öğrencilerin sosyal ve duygusal süreçlerini tam olarak anlamlandıramadıklarında ve müdahale konusunda yeterli donanıma sahip olamadıklarında öğrencilerin sorunlarına çözüm odaklı yaklaşmakta zorlanmaktadırlar. Öğretmenler de okul içinde sosyal ve duygusal açıdan desteklenme ihtiyacı duymaktadır. Okul içindeki tüm çalışanların, ailelerin ve ilgili tüm kurumların koordinasyonu ve işbirliğinde travma bilgisine sahip disiplinler arası bir ekip içinde öğretmenlerin düzenli olarak süper vizyon ile desteklenmesi, öğrenciyi okul ortamında “kapsayan” öğretmenin “kapsanma”sını sağlayabilir. Öğretmenlerin ve öğrencilerin ihtiyaçlarına göre çok yönlü desteklendiği, güvenli, kapsayıcı okul ortamının yaratılması ve bu tür uygulamaların yaygınlaştırılması, eğitim alanında yaşanan psikolojik ve sosyal sorunların çözülmesine katkıda bulunabilir.Yayın Learning to perceive differently with rational emotive behavior therapy: an ethical and professional approach to changing client's neurotic disturbances(American Public University, 2012) Artıran, MuratThis review examines REBT as a psychotherapy model and its relationship to learning, perception, neurotic disturbances, personality development, professional and ethical standards in psychotherapy. The objective of this examination is to measure the effectiveness of REBT across these four domains, and also to find out whether REBT can be considered a useful technique. The wealth of research available, both on REBT and on other related issues, provide great help in understanding this form of treatment and produce an important insight into the workings of human learning and development, as well as any possible problems that develop during the process and effective ways of dealing with them. Thus, in this review, understanding the concepts of learning and perception will help to examine REBT’s approach. Additionally, because REBT is an active-directive approach unlike other psychotherapy approaches, this review will briefly evaluate its ethical and professional considerations.Yayın Çalışmayan şizofreni hastalarında çalışma güdülenmesi ve ilişkili demografik etkenler(2019) İncedere, Aysel; Yıldız, Mustafa; Kaytaz Yılmaz, Beyza Nur; Abut, Fatma Betül; Sarandöl, Aslı; Kurt, Aydın; Aydın, Azize Özgül; Tuna Örüm, Güzide; Erşan, Etem ErdalŞizofreni hastalarında iş yaşamına katılım oranı oldukça düşüktür. Bununla beraber çalışmayan hastaların çalışma isteği ve iş arayışı olabilmektedir. Hastaların çalışma güdülenmesinin nedenleri ve güdülenmeyle ilişkili etkenlerin bilinmesi mesleksel rehabilitasyon çalışmaları için yol gösterici olabilir. Bu araştırmada çalışmayan şizofreni hastalarında, çalışma güdülenmesinin nedenleri ve güdülenmeyle ilgili öngörücülerin saptanması amaçlandı. Yöntem: Altı merkezde en az iki yıldır şizofreni veya şizoaffektif bozukluk tanısıyla izlenen ve herhangi bir işte çalışmayan 379 hastanın demografik, klinik ve iş yaşamıyla ilgili özellikleri incelendi. Çalışma isteğinin nedenleri sorgulandı. Hem çalışma isteğinin, hem de iş arayışının olması çalışma güdülenmesi olarak değerlendirildi. Güdülenmesi olan ve olmayan hastalar demografik ve hastalıkla ilgili veriler açısından karşılaştırıldı. Güdülenmeyi yordayan etkenleri saptamak için lojistik regresyon analizi yapıldı. Bulgular: Yaş ortalaması 42, eğitim ortalaması dokuz yıl, hastalık süresi ortalaması 18 yıl olan katılımcıların çoğu erkek ve bekardı. Hastaların %33’ünde çalışma güdülenmesi saptandı. Güdülenimin nedenleri arasında maddi gereksinmeler (%45) ve bağımsız yaşama isteği (%35) öne çıkarken, güdülenmesi olmayan hastalarda işin üstesinden gelemeyeceği (%66) ve sosyal yardımların kesilmesi düşüncesi (%24) ağırlıktaydı. Erkek cinsiyet (OR=2.0), meslek edinimi (OR=2.0), hastalık sonrası iş deneyimi (OR=1.2), eğitim düzeyi (OR=1.1) ve hastalık süresi (OR=0.9) çalışma güdülenmesinin yordayıcıları olarak saptandı. Sonuç: Çalışmayan hastaların üçte birinde çalışma güdülenmesinin olması önemli bir bulgudur. Sosyal destek kaybının olmaması bazı hastalar için işe girme açısından güdüleyici olabilir. Özellikle meslek edinmiş, eğitim düzeyi yüksek, iş deneyimi olmuş ve hastalığın erken döneminde olan hastaların işe yerleştirme hizmetleri için aday oldukları söylenebilir.Yayın Görsel ipuçlarının sigara ile ilgili aranma davranışına etkisi: davranışsal aktivasyon/inhibisyon sistemlerinin rolü(İktisadi Kalkınma ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, 2021) Çıtak, Osman Fatih; Gözükara, EbruSon dönemde yapılan araştırmalar, çağrışımsal ipuçlarının sigara aranma davranışı üzerinde ne dereceye kadar etkili olduğuna ve bu etkiyi farklılaştıran bireysel faktörlere odaklanmıştır (Özdemir, 2018; Saladin ve ark., 2012; Tong ve ark., 2007). Bu bağlamda, çağrışımsal uyaranlar karşısında davranışsal yanıtlarımızı yöneten nörobiyolojik sistemler olarak ileri sürülen davranışsal aktivasyon sistemi (DAS) ve davranışsal inhibisyon sistemi (DİS)’nin ipucunun tetiklediği aranma tepkilerindeki bireysel farklılıklardan sorumlu olabileceği ileri sürülebilir (Franken, 2002; Lovett ve ark., 2015). Bununla birlikte, literatürde sigara kullanıcılarıyla ilgili söz konusu ilişkiyi ortaya koyabilecek yeteri çalışma bulunmamaktadır. Bu araştırmada, sigarayla ilişkili video ipuçlarının sigara içme istekliliği üzerindeki etkisi DİS/DAS’a bağlı motivasyonel kişilik özellikleri açısından incelenmiştir. Araştırmanın örneklemini, halen sigara kullanmakta olan 72 üniversite öğrencisi (40 kadın) oluşturmuştur. Katılımcıların yaş aralığı 18-34 (Ort=22,01; Ss=2.91)’dir. Tüm katılımcılar, sigarayla ilişkili olan (ipucu) ve olmayan (nötr) iki video izlemiştir. Katılımcıların nikotin bağımlılık düzeyleri, Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi (FNBT) aracılığıyla ölçülmüştür. Tüm katılımcılar, DİS/DAS Ölçeğini doldurmuşlardır. Katılımcıların sigara içme istekliliği düzeyleri, sunulan her video öncesi ve sonrasında ölçülüp, video sunumuna bağlı ortaya çıkan aranma düzeyleri hesaplanmıştır. Araştırmanın sonuçları, sigarayla ilişkili görsel ipuçlarının, öznel değerlendirme yoluyla ölçülen sigara içme istekliliğini artırdığını ortaya koymuştur. Önemli diğer bir bulgu, DAS dürtü boyutundan yüksek puan alan katılımcıların, düşük puan alan katılımcılara kıyasla, görsel ipuçları sonrasında daha yüksek düzeyde sigara içme istekliliği göstermiş olmasıdır. Buna karşın, DAS’ın diğer alt boyutları, toplam puan ve DİS açısından, gruplar arasında sigara içme istekliliği farkı gözlenmemiştir. Bu bağlamda, sigara kullanıcılarının DAS dürtü düzeyleri ile aranma davranışları arasındaki saptanan ilişki, önceki çalışmaların bulgularıyla kısmen tutarlılık arz etmektedir.Yayın Attachment based eco-systematic approach in school: trauma informed practice(EMPAQT, 2018) Bademci, H. ÖzdenSchools must provide inclusive services to all pupils. Adverse childhood experiences is associated with low academic achievement and school dropout. Children require a healthy attachment system from their parents and carers. Traumatised children with disruptive behaviour often face considerable periods of suspension and are more likely to drop out from school. Our intervention aims to making substantial contribution to the social-emotional learning of children who are at risk of school leaving. We provide an attachment based psychosocial support under the supervision of professors, university students (psychology, social work and nursing students) in collaboration with teachers and school management. Children’s poor attendance, emotional distress, peer relationship problems and communication problems are addressed by developing a trusting relationship in which the child feel powerful and in control. Children who are at risk of early school dropout benefit from the attachment based psychosocial support programme provided by the university students. We argue that school children with experiences of violence, bullying and difficult life events would benefit from similar psychosocial support programmes provided by the universities .Yayın University lead collaborative interventions in a school with high school dropouts: school based community work(İstanbul Şehir Üniversitesi, 2019) Bademci, H. ÖzdenIncreasing number of practitioners recognize the importance of viewing families and schools as open systems in constant interrelationship with each other. Family and school are the most influential systems affecting an individual’s development. While securely attached children are able to explore the world more freely and feel the constant support of their parents when they need it, insecure children are less autonomous and more likely to have problems at school. Whether the school and the family agree on what causes the problem, they tend to be united in recognizing the problem of the child. The project presented in this paper is led by Maltepe University Research and Application Centre for Street Involved Children (SOYAÇ) in partnership with the district education directorate, the district health directorate and the district social services directorate. The project aims to facilitate communication and ensure collaboration between school, staff and family members for the development of trust between them that is essential for the child to feel safe. The project has been carried out in a school with high school dropouts in one of the most deprived neighbourhood of Istanbul where the parents expect the children to work on the streets. Our intervention aims to bring the family and school systems together as part of a therapeutic strategy to support children in school. An ongoing school-based intervention has helped school staff develop skills to contain the problem in the school. The relationship between family and school systems and the implications for therapeutic interventions will be discussed in the framework of socioemotional learning with a systemic perspective.