İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 1520
  • Yayın
    Göçle ilgili yüksek lisans, doktora ve tipta uzmanlik tezlerinin bibliyometrik analizi / Bibliometric analysis of master's, phd and medical specialty thesis related to migration
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Sarıgül, Rumeysa; Uçar, Mahmut Talha; Uçar, Abdullah; Tunca, Muhammet Yunus; Denizli, Yasemin
    Konu: Göç, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Bireyler veya topluluklar, çeşitli nedenlerle bir yerden başka bir yere göç ederek daha iyi bir gelecek arayışına girmiştir. Göç, hem göç eden bireyler hem de göç edilen toplumlar üzerinde bedensel, ruhsal sağlık, sosyal, hukuki ve toplumsal anlamda önemli etkilere sahip bir süreçtir. Amaç ve Kapsam: Bu çalışmanın amacı, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Tez Merkezi'nde yer alan yüksek lisans, doktora, tıpta uzmanlık tezlerinin göç kavramı u zerinden sağlık ve sosyal hizmet bağ lamında bibliyometrik analiz yöntemiyle incelenmesidir. Yöntem: Bibliyometrik analiz, akademik çalışmaların konusu, sayfa sayısı, yılı, türü , yayınlandığı üniversite, ana bilim dalı, araştırma türü ve örneklem büyüklüğü gibi çeşitli bilgilerin değerlendirilerek analiz edildiği bir yöntemdir. Bu yöntem, akademik çalışmaların yıllar içerisindeki değişimlerini, trendlerini ve eksik kalan alanlarını ortaya koymayı amaçlar. Çalışmada, YÖ K Tez Merkezi veri tabanında gelişmiş tarama bölümü ne "göç" anahtar kelimesi yazılarak tezlerin tu m bölümlerinde göç kelimesi geçen 1914 tez indirilmiştir. Bulgular: Göç sağlığı konusunda en fazla çalışmanın yapıldığı ana bilim dalları, 45 tez ile Halk Sağ lığ ı ve 44 tez ile Sosyal Hizmet Ana Bilim Dallarıdır. 458 tezin %19,5’i (n=89) bu iki ana bilim dalında, geri kalan 369 tez ise 115 farklı ana bilim dalında yayımlanmıştır. İlk tez 1974 yılında yapılmış olup en fazla tez 80 çalışma ile 2019 yılında yayınlanmıştır. Tezlerin ortanca sayfa sayısı 123’tu r (İnterquartile Ranğe: 71). 617 konu etiketinin dağılımı incelendiğinde en fazla 104 kez Ruh Sağ lığ ı, 66 kez Sosyal ve Kültürel Uyum, 45 kez ise Sağlığın Sosyal Belirleyicileri konularında çalışma yapılmıştır. Göçle ilgili ülkeler arasında 202 tezle (%44,1) Suriye ilk sırada yer almaktadır. Çok uluslu göçle ilgili 95 tez (%20,7) yapılırken Türkiye'deki iç göç üzerine 60 tez (%13,1) yapılmıştır. 458 tezin 149’u (%32,5) nitel araştırma yöntemiyle yapılmış, 130’u (%28,4) tanımlayıcı, 50’si (%10,9) kesitsel çalışmalardır. Nitel araştırmaların medyan örnek büyüklüğü 21(İQR:25), tanımlayıcı araştırmaların 204(İQR:228) ve kesitsel araştırmaların ise 358,5’tir (İQR:370). 42 kuramsal çalışmada örneklem büyüklüğü yoktur, 60 çalışmada örneklem büyüklüğü rapor edilmemiştir. Çalışmada kullanılan araştırma türlerine göre ortanca örneklem büyüklükleri şu şekildedir: Karma araştırmalarda 214, kesitsel çalışmalarda 358,5, köhört çalışmalarında 235, müdahale çalışmalarında 76, tanımlayıcı/kesitsel çalışmalarda 360 ve vaka kontrol çalışmalarında ise 561 olarak bulunmuştur. Sonuç: Türkiye'de göçmen sağlığıyla ilgili akademik çalışmaların önemli kısmının Halk Sağlığı ve Sosyal Hizmet Anabilim Dallarında yapıldığı özellikle ruh sağlığı, sosyal ve kültürel uyum gibi alanların ö ne çıktığı bulunmuştur. Bu durum, göçmenlerin ruhsal sağlığı, sosyal uyumun göç süreçlerinde ö nemli bir yer tuttuğunu göstermektedir. Ancak, çalışmalarda diğer sağlık alanlarının özellikle fiziksel sağlıklarının ve göçün toplumsal etkilerinin nispeten az incelendiği dikkati çekmektedir. Göçle ilgili sadece belli başlı konulara odaklanmak, göçün çok boyutlu yapısını anlamada yetersiz kalabilir.
  • Yayın
    Pratiği kavramsal kapsamının gerisinde tutulan sosyal hizmetler alanı üzerine (26.Ulusal sosyal hizmet sempozyumu 2024 Açılış Konuşması)
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Tekeli, İlhan
    Modernleşmenin evrimi sonucunda, günümüzde gelinen noktada sosyal hizmetler; üç tür aktör tarafından üretilmektedir. Bunlar; Özel Girişimciler, Kamu Kuruluşları, Sivil Toplum Kuruluşları (STK],diye sıralanabilir. Ama modernleşmenin başlangıcında bu hizmetlerin üretimi sadece özel kesime verilmişti. Ama vahşi kapitalizm sosyal hizmetleri üretmiyordu. Bunun sonucunda sanayi devrimini yaşayan ülkelerde 19 yüzyılın ikinci yarısında kentler yaşanamaz hale gelmişti. Bu durumda alana ikinci aktör olarak devlet/kamu girdi, kent planları yapılarak kent altyapıları üretilmeye başladı. Bu gelişmeler sosyal hizmet kavramının ortaya çıkmasını getirdi. Sistemin sürebilmesi için kapitalist girişimcilerin yapamadığını yapma görevini devlet yükleniyordu. Devletin böyle bir işlevi yüklenebilmesi için modern kentsel yaşamın ve bunun içinde kamusal hizmetin işlevi konusunda gelişmiş bir organize tasavvurun oluşmuş olması ya da oluşturulması gerekiyordu. Nitekim, bu koşul belli bir gecikmeyle oluştuktan sonra, 19 yüzyılın son yıllarında Avrupa’da ve ABD’de ilk sosyal hizmet eğitimi okulları açıldı. Sosyal Hizmetler yol açan yalnız kapitalizmin yapamadıkları değil aynı zamanda yaptıklarıydı. Kapitalizmin sağladığı büyüme eşitsiz bir büyümeydi. Bu büyümenin içinde yoksullaşanların desteklenmesi, doğal felaketle karşılaşanların sorunlarının çözülüp topluma entegrasyonunun sağlanması gerekiyordu. Bu görevler de kamu destekli ya da desteksiz STK’larca yüklenilmeye başladı. Türkiye'de bunun ilk örnekleri olarak Hilal-i Ahmer, Darüşşafaka, Himaye-i Eftal'i sayabiliriz. Bunlar Osmanlı utangaç modernitesinin sosyal hizmet kuramlarıydı. Dünyada ve Türkiye’de sosyal hizmet anlayışı ve pratiğinde gelişme esas olarak II. Dünya Savaşı sorasında gerçekleşti. Savaşan ülkeler, savaş sonrasında bir daha dünya savaşı ve büyük ekonomik krizler yaratmayacak bir dünya düzeni kurmak istiyorlardı. Bunun için BM kuruldu, Breton Woods para sistemi oluşturuldu. Bu dönemde "Refah Devleti” kavramı kullanılmaya, Keynesgil ekonomik politikalar uygulanmaya başladı. Devlet vergilendirme yoluyla elde ettiği kaynakları, sistemin krize düşmemesi için yeniden dağıtıyordu. Türkiye’ye refah devleti/sosyal devlet kavramının gelmesi 1960’11 yıllara kadar gecikti. Bu kavramı Türkiye'nin gündemine 1961 Anayasası getirdi.
  • Yayın
    Adalet ve sosyal hizmetler (26.Ulusal sosyal hizmet sempozyumu 2024 Açılış Konuşması)
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kuçuradi, Ioanna
    Adalet özlemi insanların en eski özlemlerinden biri; adaletin ne olduğu ise, felsefenin en eski sorularından biri. Ancak bu soru, postmodernizmin “ne olsa olur" kabulünün, dolayısıyla her şeyin eşdeğer olduğu anlayışının yayıldığı dünyamızda daha da önem kazanıyor. Yalnız önemli değil, cevaplandırılması acil olan bir soru haline gelmiştir adaletin ne olduğu sorusu; çünkü günümüzde artık adalet özleyen değil, adalet talep edenlerin sayısı gitgide artmakta ve bu insanlar adaleti "elde etme" umudunu yitirince silâha sarılmakta, rastgele insan öldürmekte, kendileri de ölmektedir. İkinci Dünya Savaşından sonra uluslararası topluluğun ana hedeflerinden biri olan “silahsızlanma ve barış"ın yerini, binlerce insanın pervasızca öldürüldüğü “küçük" savaşlar, silahlanma yarışı ve bir "metot" haline gelmiş olan terörizm almıştır. Ne var ki, barış ile adalet arasındaki bağ yeterince görülmemiştir, görülememektedir. Barış ve gelişme ile adalet arasındaki bu bağın görülmesi, bunların ne olduğunu bilmeyi gerektiriyor. Acaba böyle bir bilgi mümkün müdür? Örneğin "adalet nedir?" sorusuna bilgisel bir cevap vermek mümkün müdür? Felsefe tarihine baktığımızda edinebileceğimiz izlenim böyle bir cevabın olanaksızlığını akla getiriyor. Ancak bu izlenime rağmen, "adalet nedir?" sorusuna yine de bilgiyle temellendirilebilir bir cevap vermeyi denemek istiyorsak, ya da verilmiş cevapları böyle bir temellendirilebilirlik açısından değerlendirmek istiyorsak, nereye bakacağız? Çünkü bu soru didiklenmeden, "adalet nedir?" sorusuna böyle temellendirilebilir bir cevap vermek; dolayısıyla, farklı tarihsel koşullarda, toplumsal ve siyasal kararlara ve eylemlere yön gösterecek, onları belirleyecek adalet sağlayıcı ilkeler türetmek -sürekli türetmek-, sonra da adaleti gözeten hukuk oluşturmak olanaksız ya da rastlantısal görünüyor. Nedir adalet? Bu konuda Platon'dan öğrenebildiğimiz bir şey vardır: adaletin bir fikir olduğu, yani gerçek bir şey olmadığı, bir fikir olduğu. 'Fikir' derken kastettiğim, düşüncelerin özel bir türüdür: insan düşüncesinin bir tasarımı. Hepsi insan kafasının ürünü olan bir bilgi, bir fikir ve bir inanç arasındaki fark da şöyle dile getirilebilir: bir bilgi, kendisinden bağımsız bir nesneyle ilgilidir, oysa bir fikir kendi nesnesini yaratır. Bir fikrin, kendi nesnesini yaratan ama ona sahip olan kişiye bağımlı olan bir inançtan farkı ise, onu getirene bağımlı olmamasıdır. Fikirler tarihe getirilir ve orada uzun ya da kısa bir süre etkili olurlar, yani fikirler tarihsel varlığa katılır
  • Yayın
    Türkiye’de çevresel adalet için hayvan hakları gündemi ve yeşil sosyal hizmetin bu süreçteki rolü
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Öner, Eda
    Konu: Doğaya dönük müdahaleler politiktir ve içerisinde tıpkı insanlar arasında olduğu gibi tahakküm yer alır. Ancak bu ilişkinin adil biçimde yeniden dönüşmesi gereklidir. Yeşil sosyal hizmet ise çevresel felaketlerin, kentleşme ve endüstrileşmenin sonuçlarından etkilenen dezavantajlı grupları, doğayı ve biyoçeşitliliği bir bütün olarak değerlendirerek adil ve sürdürülebilir bir çevre için öne sürülen güncel bir yaklaşımdır. Türkiye’de ise son zamanlarda gündeme gelen sokak hayvanları tartışmasında yeşil sosyal hizmetin rolünü değerlendirmek gereklidir. Amaç ve Kapsam: Çevresel adalet ve sürdürülebilir bir çevrede yaşam hakkı için mücadelenin yalnızca gelişmiş ülkelerin ve orta sınıfın konusu olduğuna dair kalıp yargılar, yapısal eşitsizliklerin görünürlüğünü engellemektedir. Özellikle söz konusu hayvan hakları olduğunda bu konuda harekete geçenler marjinalleştirilme riskiyle karşılaşmaktadır. Yeşil sosyal hizmet, insan ile doğayı bir bütün olarak değerlendiren ve bunu yaparken güç eşitsizliklerine, iktidar gruplarının dezavantajlı gruplara ve diğer canlılara yönelik tahakküm ilişkilerini analiz eden ve buna yönelik müdahaleleri planlayan, toplumsal katılımı teşvik eden güncel bir yaklaşımdır. Bu çalışmada, Türkiye'de Hayvan Hakları Kanunundaki değişikliğinin insanı ve doğayı bütüncül bir bakış açısıyla irdeleyen yeşil sosyal hizmet yaklaşımıyla değerlendirilmesi hedeflenmiştir.Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Modernite ile kapitalist rejimin yarattığı kâr odaklı kültüründen doğan çevresel felaketler, 21. yüzyılın başlıklarından biridir. Çarpık kentleşme, bilinçsiz kaynak tüketimi, doğa ve canlı katline yol açarak çeşitli tartışmaları gündeme getirmiştir. Öte yandan yoksulluk gibi dezavantajlılıkları derinleştiren çevresel felaketler, insanlar arasındaki eşitsizliği arttırmakla birlikte insan ve doğa ilişkisini de dönüştürmüştür. Sonuç: Hayvanların korunma hakkının sahipli ve sahipsiz sokak hayvanları üzerinden iki biçimde ele alındığı Kanun Teklifinde sahipsiz hayvanların bakımevinde yer alması ve 5.maddede düzenlenen ötanazi şartları belirli riskler taşımaktadır. Kanunun uygulanmasında kaynak hazırlığının ve şeffaf bakım ve koruma hizmetinin belirsizliği, yalnızca insan odaklı güvenli ve sağlıklı çevrenin oluşumu bahsedilen insan-doğa ilişkisindeki tahakkümü pekiştiren niteliği oluşturabilir. Kanunun "yerel hayvan koruma görevlilerinin sorumlulukları" başlığını kaldıran düzenlemesinde canlıların bakım ve korumasında gönüllü ve aktif vatandaş katılımının önüne geçmesi ise diğer sorundur. Bu durumda canlının yaşam hakkına müdahale eden uygulamaların hesap verilebilirliği ve takibi, aktif vatandaş katılımı engellenmiş bulunmakta ve karar mercileri belirli bir grubun kendisini oluşturmaktadır. Bu noktada doğa ve hayvan hakları aktivistleri ile marjinalleştirme riskine dönük çalışmalar üretilmelidir.
  • Yayın
    Afetlerin neden olduğu belirsizlik yaşantıları: 2020 Elazığ depremi örneklemi
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kapu, Cemre Şeyma; Aydemir, İshak
    Konu: Kayıp, yıkım veya hasar meydana getirmesiyle bilinen depremler aynı zamanda etkilediği toplumun ve meydana geldiği coğrafyanın rutini ve geleceğinde çok sayıda belirsizlik ortaya çıkarmakta ve bu haliyle farklı sosyal risklere sebep olmaktadır. Bu araştırmanın konusu insan deneyimlerinden hareketle depremin sebep olduğu belirsizlik yaşantılarının saptanarak yaşanabilecek sosyal risklerin belirlenmesi ve bu risklere karşı mevcut politikalarda iyileştirilmesi gereken yanların ortaya çıkarılması olarak belirlenmiştir. Amaç ve Kapsam: Bu çalışmanın amacı deprem deneyimini yaşayan bireylerin görüşleri üzerinden afetlerin insan yaşamı üzerinde ortaya çıkardığı belirsizliklerin saptanmasıdır. Bu amaçla yürütülen araştırmada deprem sonrası ortaya çıkan gereksinimlerin neler olduğu, hangi belirsizlik yaşantılarının deneyimlendiği, deprem sonrası geçici konaklama merkezlerindeki yaşam koşullarının nasıl olduğu ve tüm bu süreçte afet müdahalesinin nasıl değerlendirildiği ortaya çıkarılmıştır. Yöntem: Çalışmanın tamamı karma yöntemle tam eşit statülü ve sıralı desenle tasarlanmıştır. 2020 Elazığ depremini deneyimlemiş 404 katılımcı ile yürütülen araştırmanın ilk safhasında nicel veriler toplanmış, nicel veriler t testi ve anova testine tabi tutulmuştur. Gerçekleştirilen analiz sonucu belirlenen dâhil etme kriterlerine göre 12 katılımcı ile derinlemesine görüşme yapılarak araştırmanın nitel verileri elde edilmiş, söz konusu veriler içerik analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Bulgular: Deprem deneyimi bulunan bireylerin yaşanan afet sonrası barınma, ekonomi, asayiş, kişisel mahremiyet, alt yapı, kişisel ve ortam hijyeni ve eğitim öğretim konularında çeşitli ve kompleks ihtiyaçlarının ortaya çıktığı; bu gereksinimlere bağlı olarak barınma sorunları başta olmak üzere geleceği yapılandırma, eski rutini yakalama ve ekonomik durum hakkında belirsizlikler yaşadıkları, söz konusu yaşam deneyimlerine daha çok çaresizlik, endişe, üzüntü ve korku hislerinin eşlik ettiği ve bu haliyle etkilenenlerin hem psikolojik hem de sosyal olarak desteklenmeye ihtiyaç duydukları saptanmıştır. Sonuç: Bu araştırma kapsamında elde edilen bulgular neticesinde deprem gibi afetlerin; etkilediği toplum ve coğrafyada yalnızca kayıp, hasar ve yıkıma sebebiyet vermediği, insanların günlük rutinlerinden gelecek planlarına, temel gereksinimlerini karşılamadan değişen yaşam koşullarına adaptasyona kadar birçok konuda belirsizlik ortaya çıkardığı, söz konusu belirsizlik yaşantıların etkilenenleri önemli sosyal risklerle karşı karşıya getirdiği anlaşılmıştır. Çalışma; saptanan sosyal riskler karşısında yetersiz kalan mevcut sosyal politikalarda iyileştirilmesi gereken konularla ilgili önerilerle sonlandırılmıştır.
  • Yayın
    Sosyal hizmet eğitiminde engellilik
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Ünal Tunç, Büşra Hazal; Aykara, Aslıhan
    Amaç ve Kapsam: Bu çalışmada sosyal hizmet eğitiminde engelliliğin yeri ve görünümü tartışmaya açılacaktır. Sosyal hizmet eğitimi literatüründe engelliliğin, engelliliğe ilişkin farklı teorik yaklaşımlar, öğrenme ortamı ve program yapısını değerlendirme gibi çeşitli boyutlar üzerinden çalışıldığı görülmektedir. Bu çalışma, kapsayıcılığı ve erişilebilirliği esas alan bir perspektiften engelliliğin sosyal hizmet eğitimindeki yerini tartışmaya açmayı amaçlamaktadır. Bu amaca ulaşmak için engelliliğin sosyal hizmet eğitimi kapsamındaki teorik görünümleri, sosyal hizmet eğitiminde uygun öğrenme ortamı, ölçme-değerlendirme ve öğretim kaynakları üzerinden bir değerlendirme yapılacaktır. Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Sağlamcı bakış uzun süre boyunca engelliğe ilişkin perspektifi önemli ölçüde etkilemiştir. Ancak günümüzde sosyal hizmet eğitiminde engelliliğin konumu için sosyal model ya da eleştirel engellilik çalışmaları alternatif yaklaşımlar sunmakta, bu yaklaşımlar sağlamcılık ve engellilik ilişkisini çeşitli perspektiflerden tartışmaya açmaktadır. Bu teorik tartışmaların bir yansıması olarak sosyal hizmet eğitiminde kapsayıcılık ve erişilebilirliği teşvik etmek için engelliliğin çok boyutlu yapısı üzerinde durmak gerekmektedir. Bu durum sosyal hizmet eğitiminde engelliliği; ders içeriği, uygun öğrenme ortamı, ölçme-değerlendirme ve ders materyalleri üzerinden çok boyutlu bir biçimde tartışma ihtiyacını beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla bu çalışmada sosyal hizmet eğitiminde engelliliğin konumu bahse konu perspektife dayalı olarak ders içeriği, öğrenme ortamı, ölçme değerlendirme gibi çeşitli boyutlarda değerlendirilecektir. Sonuç: Sosyal hizmet eğitiminde engelliliğin konumu tartışılması gereken güncel bir meseledir. Amaçları bakımından insan hakları ve sosyal adaleti temel alan bir mesleki disiplinin uygulama alanı kadar eğitim sürecinde de engelliliği çok boyutlu ele alması önem taşımaktadır. Bu tartışma zemini üzerinden sosyal hizmet eğitiminde ders içeriklerine sağlamcılık ve eleştirel engellilik çalışmalarını dahil etmek; eğitim sürecinde kesişimsel bir zeminden deneyimi öne çıkarmak; ölçme-değerlendirme, öğrenme ortamı, öğretim kaynakları ve ders yürütme süreçlerinde erişilebilirlik ve katılımı sağlamak üzerinden gerçekleştirilecek çok boyutlu bir değerlendirme sosyal hizmet eğitiminde engelliliği ilişkisel ve kapsayıcı bir biçimde ele almaya olanak sağlayacaktır.
  • Yayın
    Kekemeliğin çocukların benlik saygısı ve sosyal kaygısı üzerindeki etkisi / The impact of stuttering on children's self-esteem and social anxiety
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Akın Altıncı, Elmas; Akarçay Ulutaş, Demet; Çalık Var, Esra; Ustabaşı Gündüz, Dilara
    Konu: Kişiler arası iletişime ve etkileşime duyarlı olan iyilik hali, bireylerin yaşam memnuniyeti, benlik saygısı, sorunlarla, stresle, kaygıyla başa çıkma gibi pek çok becerisine etkide bulunabilmektedir. Dil gelişimindeki bozukluklardan biri olarak kekemeliğin de bu çerçevede, bireyin sosyal ilişkileri, benlik saygısı ve akademik başarısı gibi pek çok dinamiğini olumsuz etkileyebileceği anlaşılmaktadır. Damgalanma, dışlanma, yakın sosyal çevrelerinden destek alamama risklerinin belirginleşmesi benlik saygısını önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Amaç ve Kapsam: Erickson'ın psikososyal gelişim teorisine göre 12-18 yaş arasında çocukların kimlik arayışında oldukları, dolayısıyla sosyal kabulün bu süreçte kritik rol oynadığı anlaşılmaktadır. Kekemelik nedeniyle dışlanan ergenler, kendilerini diğerlerinden farklı ve yetersiz hissedebilecek ve sosyal kaygı ve düşük benlik saygısı gibi sorunlar yaşayabilecektir. Kekemelik nedeniyle yaşanan iletişim ve etkileşim sorunları, bireyin bu evrelerdeki başarısını olumsuz etkileyerek ilerleyen yaşlarda daha karmaşık psikososyal sorunlara yol açabilecektir. Bu çalışmanın temel motivasyonunu oluşturan bu temel unsurlar ışığında, (1) kekemelik nedeniyle düşük benlik saygısı ve sosyal kaygı yaşayan bireylerle çalışırken, onların kimlik geliştirme ve sosyal uyum süreçlerinin desteklenerek bireyin güçlendirilmesi, (2) kekemelik yaşayan bireyler için sosyal hizmetin savunuculuk rolünün geliştirilerek sosyal haklarını koruma, eğitimde firsat eşitliğini sağlama ve damgalanma karşıtı toplumsal farkındalık çalışmaları yürütme gibi uygulamaların genişletilmesi açısından sosyal hizmet alanına katkı sağlayabilecek olması bakımından önemlidir. Yöntem: Nicel araştırma prosedürüne uygun olarak ilişkisel tarama modelinin benimsendiği bu araştırma, konuşma bozuklukları rehabilitasyonu alanında hizmet veren bir kuruluş aracılığıyla amaçlı örnekleme uygun kekeme tanısı almış 12-18 yaş arasındaki 31 genç bireyle ailelerinden bilgilendirilmiş onam alınarak yürütülmüştür. Bulgular: Bulgularda katılımcıların çoğunluğunun erkek olduğu (%54,8), yaş ile sınıf düzeyleri arasında belirgin bir fark bulunmadığı, büyük çoğunluğun akademik başarısının "orta" ve "iyi" düzeyde olduğu görülmüştür. Katılımcıların %87’si ailesiyle yaşamakta olup, %51'i en çok ailelerinden destek aldıklarını belirtmiştir. Katılımcıların %54,8’i konuşma bozukluklarının sosyal ilişkilerini olumsuz etkilediğini ifade etmiştir. Benlik saygısı puan ortalamaları 29,45 olarak hesaplanan katılımcıların destek aldıkları kişilere göre benlik saygılarında anlamlı farklar bulunmuştur. Sonuç: Sonuç olarak, kekemelik çocukların benlik saygıları ve sosyal kaygıları, aldıkları sosyal destek mekanizmalarının sosyal ilişkilerini etkileyip etkilemediği üzerine geliştirdikleri algı ile ilişkilidir. Dolayısıyla, benlik saygılarını arttıracak çalışmaların çocukların sosyal kaygılarını azaltması beklenmektedir. Çalışmanın sosyal hizmet alanına katkıları olmakla birlikte bundan sonraki çalışmalar için çalışma grubunun genişletilerek damgalanma, sosyal dışlanma değişkenlerinin araştırma modeline dahil edilmesi gelecek çalışmalar için önerilmektedir.
  • Yayın
    Dünden bugüne "Yoksulluk halleri"
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Mengü, Enver
    Konu: Yaşanmış olan ekonomik krizin yoksulların yaşam öykülerine olan yansımasını ele alan Yoksulluk Halleri (Erdoğan, 2016) adlı çalışma üzerinden yaklaşık 20 yıl geçti. Yeniden bir ekonomik kriz süreci yaşayan Türkiye’deki yoksulların mevcut halleri, bu araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu 20 yıllık sürecin öncesinde ve sonrasında Türkiye'deki yoksulluk hikayelerinin içerdiği benzerliklerin ve farklılıkların neler olduğu ele alınmıştır. Amaç ve Kapsam: Yoksulluk Halleri (Erdoğan, 2016), Türkiye’de yaşanan 2001 ekonomik krizinin ardından yoksulların yaşam öykülerine dayalı olarak hazırlanmış akademik bir çalışmadır. Bu çalışmadan hareketle Türkiye’de yaşanan son ekonomik kriz dalgasının akabinde yoksulluğun kentte büründüğü toplumsal risk görünümü ortaya konulmuştur. Bu bağlamda yoksulların yoksulluk kültürleri, günlük rutinleri, yoksullukla baş etme stratejileri ve içinde bulundukları yoksulluğa ilişkin okuma biçimleri ele alınmıştır. Yöntem: Yoksulluk Halleri adlı çalışmada toplam 34 mülakat yayınlamıştır. İstanbul Medeniyet Üniversitesi lisans dersi olan Yoksulluk ve Sosyal Hizmet adlı ders kapsamında, dersi seçen öğrencilerle birlikte öncelikle bu mülakatlar incelenmiştir. Bunların 27 tanesinin verileri tekrar etmeyen ve alınan yanıtlarla derinleşebilmiş mülakatlar olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra metinde katılımcılara yöneltilen sorulardan hareketle bir soru formu hazırlanmıştır. Ardından yaş, cinsiyet, eğitim durumu, ikamet durumu, medeni durum ve aile durumu olmak üzere 6 temel demografik veri kümesi üzerinden benzer katılımcılar araştırılmıştır. Bulgular: Araştırmanın elde etttiği bulgulara göre incelenen Yoksulluk Halleri metni ile yapılan saha araştırması karşılaştırıldığında 14 benzerlik ve 7 farklılık taşıyan temalar belirlenmiştir. Buna göre de yoksulluk hikayelerinin "kıt kanaat geçim, yardımlara dayalı yaşam, geçici işlerde çalışma, çocuk işçiliği, eğitimden mahrumiyet, ötekileşme ve zorbalık, evin ortak paylaşımı, görücü usulü evlilik, aile içi şiddet, madde bağımlılığı, boşanamama, çocuklar için katlanma, çocukla yoksullaşma ve evlilik korkusu" şeklinde toplam 14 bağlamda benzeştiği anlaşılmıştır. Sonuç: Elde edilen bulgular ışığında yoksulluk hikayelerinin daha büyük oranda benzeştiği ancak belli noktalarda ayrıştığı sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu benzerliklerin geçimle beraber aile hayatına bakan yönlerinin olduğu ve bu aile sistemi içerisinde de özellikle çocukların önemli bir yer tuttuğu anlaşılmıştır. Farklılaşan noktalara gelindiğinde ise özellikle aile sistemi dışında var olan bürokratik ve ekonomik sistemde belirli farklılaşmaların yaşandığı görülmüştür. Buradan yaklaşımla makro sistemde yaşanan değişimin mikro ve mezzo sistemde olumlu karşılık bulabilmesi için özellikle birey ve aile odaklı sosyal hizmet uygulamalarına daha fazla yer verilmesinin önem taşıdığı savunulabilir.
  • Yayın
    Çoklu krizler çağında sosyal hizmeti yeniden düşünmek / Rethinking social work in the age of polycrisis
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Karakaya Altıok, Şeyma
    Konu: İçinde bulunduğumuz çoklu kriz döneminde, pandemi, deprem, enflasyon ve iklim değişikliği gibi pek çok farklı kriz bir arada deneyimlenmektedir. Ekolojik perspektifle bakıldığında; bu krizlerin birbirleri ile olan etkileşiminin, insan topluluklarını giderek daha kırılgan hale getirmekte olduğu görülmektedir. Günümüzde sosyal hizmet uygulamaları; birey ve yakın çevre bazlı mikro çalışmalara ağırlık verse de içinde bulunduğumuz çoklu kriz döneminde makro uygulama modellerine de ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü yaşanan krizlerin pek çoğu bireysel nedenlerden çok yapısal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla çözümler; Sistem Teorisi’nin ilkeleri dikkate alınarak, kişi ve yakın çevresi de dahil olmak üzere tüm toplum kaynaklarında aranmalıdır. Ayrıca yapısal sorunların çözülmesi için yapısal dönüşümler gereklidir. Yapısal dönüşümün gerçekleşmesi için makro uygulama pratikleri olan; mahalle ve topluluk örgütlenmesi, sosyal planlama ve politika geliştirme gibi uygulamalara ihtiyaç duyulmaktadır. Amaç ve Kapsam: Çoklu kriz döneminde mikro bazlı müdahalelerin yanı sıra makro boyuttaki uygulamalara da ihtiyaç vardır. Bu bağlamda bu bildirinin amacı; çoklu krizlere yönelik oluşturulacak sosyal hizmet uygulamasına makro pratiklerin eklenmesidir. Çalışma, mevcut konjonktürde yaşanan çeşitli krizlere makro boyutta çözüm önerileri sunması açısından önemlidir. Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Bildirinin kuramsal çerçevesini; sistem teorisi, ekolojik yaklaşım ve makro sosyal hizmet uygulaması oluşturmaktadır. Sonuç: İçinde bulunduğumuz çoklu kriz döneminde mikro ve mezzo boyuttaki müdahalelerin yanı sıra makro boyuttaki müdahalelere de ihtiyaç duyulmaktadır. Yapısal dönüşümün gerçekleşebilmesi için sosyal hizmet uygulamasına makro pratiklerin eklenmesi gereklidir.
  • Yayın
    Anti-aging uygulamalar ve yaşlılık algısı
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Alkan, Eda; İpek, Melek
    Konu: Bu çalışma sosyal hizmetin yaşlı refahı alanı ile doğrudan ilgilidir. Risk toplumunda sunulan anti-aging uygulamaların, sosyal dışlanma ve sosyal içerme açısından görünümünü ortaya koymakta ve aynı zamanda sağlıklı yaşlanma sürecinde nasıl bir rol oynadığını göstermektedir.Amaç ve Kapsam: Söz konusu uygulamaların günümüzde zirve yaptığı ve yaşlı refahı alanında tartışma konusu haline geldiği görülmektedir. Bu çalışma, yaşlanmaya yönelik küresel algının etkisiyle ve toplumsal cinsiyete dair kültürel kabullerin bir sonucu olarak özellikle kadınların tercih ettiği anti aging uygulamaların sağlıklı ve başarılı yaşlanma serüveninde hangi rolü üstlendiğini ele almaktadır. Yöntem: Bu çalışma, nitel araştırma yöntemlerinden yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Çalışma grubu genç yetişkinler olarak sınırlandırılmıştır. Buna göre veriler 30-40 yaş aralığında bulunan 15 kadın bireye kartopu örnekleme vasıtasıyla ulaşılarak elde edilmiştir. Bulgular: Bireylerin medikal estetik uygulamaları ile birlikte, yaşlanmaya dair belirtileri gizleyerek sosyal kabul görme ve onaylanma ihtiyacını karşıladıkları, böylece var olan yaşlılık algısının bir dönüşüme uğradığı görülmektedir. Bireyler, söz konusu uygulamalar neticesinde ruh ve beden uyumu sağladıklarını ve böylelikle kronolojik yaşlarını perdelediklerini vurgulamaktadır. Sonuç: Doğumda beklenen yaşam süresinin uzaması ve risk toplumlarında yaşanan teknik ve teknolojik gelişmelerin bir neticesi olarak ortaya çıkan genç yaşama arzusu yaşlanmaya dair kabulleri dönüştürmekte iken, bir yol olarak görünen anti aging uygulamalar her ne kadar sosyal kabulün ve içermede bir kriter olma özelliği gösterse de aynı zamanda sosyal dışlanmanın norm haline gelmesinde körükleyici bir yanı bulunmaktadır. Ayrıca yaşlanma sürecinde zaman zaman biyolojik, psikolojik ve fizyolojik tedbirlerin de önüne geçmektedir.
  • Yayın
    Yaşlı refahında feminist sosyal hizmet: Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kapsayıcı bakım hizmetleri
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Boz, Ayşe Nur; Yurttutan, Şerife
    Amaç ve Kapsam: Bu çalışma, feminist sosyal hizmet perspektifinden hareketle; toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf ve etnik köken gibi kesişimsel faktörleri yaşlı bireyler odağında ele alarak yaşlı refahı alanında bir tartışma sunmayı amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda yapılan alan yazın taramasına feminist sosyal hizmetin öne çıkan kavramlarından olan "toplumsal cinsiyet ve bakım rolleri", "bakım etiği", "yaşçılık", "toplumsal katılım" gibi anahtar kelimeler yön vermiştir. Toplumsal cinsiyet rollerinde kadının ikincil konumu ve bu durumun beraberinde getirdiği örselenmeye yaş faktörünün eklenmesi, bireyleri daha dezavantajlı duruma getirmektedir. Bu açıdan yaşlılık alanına feminist sosyal hizmetin getirdiği perspektif önem arz etmektedir. Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Yaşlılık, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin en yoğun yaşandığı dönemlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle kadınlar, yaşamları boyunca maruz kaldıkları ekonomik, sosyal ve politik dezavantajların birikmiş etkilerini yaşlılık döneminde daha belirgin bir şekilde deneyimlemektedir. Yaşlı kadınlar toplumsal cinsiyet rollerinin de etkisiyle özellikle eşlerini kaybettiklerinde daha derin bir yoksulluk ve sosyal izolasyonla karşı karşıya kalmaktadırlar. Sonuç: Bu çalışmada feminist sosyal hizmet yaklaşımı doğrultusunda, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve bakım rolleri yaşlı refahı odağında değerlendirilmektedir. Yaşlı kadınların karşılaştığı sorunlar biyomedikal bakış açısının çok ötesinde sosyal, kültürel ve yapısal dinamiklerle ele alınmalıdır. Temel sorunlardan biri olan yaşlı kadınların yoksulluğu ve güvencesizliğine karşı ekonomik bağımsızlıklarının desteklenmesi için özel finansal destek programları ve girişimcilik atölyeleri oluşturulabilir. Bunun yanı sıra yaşlı kadınların iş gücüne dönmeleri veya küçük ölçekli işletmeler kurmaları için mikro krediler sağlanabilir. Ayrıca, kadınların yaşamları boyunca karşılaştıkları gelir eşitsizliklerinin telafi edilmesi amacıyla, cinsiyete dayalı ek emeklilik primleri uygulanabilir. Keza yine yaşlı kadınların sağlık hizmetlerine erişiminde karşılaştıkları engellerin ortadan kaldırılması yönünde sağlık hizmeti sunan kurumlarda toplumsal cinsiyet duyarlı eğitimlerin düzenlenmesi, yaşlı kadınların sağlık ihtiyaçlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. Bunun yanı sıra olan eşitsizliklerin ortadan kaldırılması ve sosyal adalet ilkesinin gerçekleştirilebilmesi amacıyla kadınların güçlendirilmesi, karar verme süreçlerine etkin katılımlarının sağlanması ve bakım hizmetlerinin eleştirel bir perspektifle ele alınarak bakım etiğinin yeniden değerlendirilmesinin insan onuruna saygılı, eşitlikçi ve çeşitliliği gözeten uygulamaların geliştirilmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Yaşlı kadınların cinsiyetçilik ve yaşçılığın kesiştiği noktada daha derin bir baskıyla karşı karşıya kaldıkları bilinmektedir. Kadınları güçlendirme bu baskılarla başa çıkmada önemli bir sosyal hizmet uygulaması olarak görülmektedir.
  • Yayın
    Eğitim hakkı ve fırsat eşitliği bağlamında okul sosyal hizmeti uygulamasının gerekliliği
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Dikmen, Ali; Genç Arslan, Burcu
    Amaç ve Kapsam: Dünyada okul sosyal hizmeti uygulaması ailevi ve sosyal faktörlerin etkisiyk yaklaşık yüz yıl öncesinde uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’de proje ve pilot çalışmaları yapılmı; olsa da, henüz resmi olarak uygulamaya geçirilmemiştir. Bu uygulamanın en temelinde eğitim sistem içerisindeki her öğrencinin özel şartlarına ve ihtiyaçlarına göre değerlendirilmesi, mevcui koşullarının belirleyicilerinin de göz önünde bulundurulması ve hem öğrenci hem de aile adine olumlu sonuçlar elde etmek hedeflenmektedir. Kuramsal ve Kavramsal Çerçeve: Eğitim konusu, eğitim bilimleri alanında ele alınacak bir konu gibi gözükse de öğrencilerin akademik başarılarını etkileyen sosyal sorunlar, sosyal adaletsizlik ve fırsat eşitsizliklerine hem neden hem de sonuç olabileceği için sosyal hizmetin uygulama alanına girmektedir. Anayasa ile güvence altına alınmış olan eğitim hakkı, çeşitli sosyal adaletsizliklerin ve toplumsal risklerin olumsuz sonuçları nedeniyle her öğrenci için uygulanabilir düzeyde olamamaktadır. Sosyal hizmet uzmanları, çocukların eğitim hakkını güvenceye almak ve tehditleri ortadan kaldırmak için eğitimin elde edilebilir, ulaşılabilir, kabul edilebilir ve uyarlanabilir olmasında önemli görevler üstlenmelidir. Sonuç: Türkiye’de okul sosyal hizmeti uygulaması üzerine pilot çalışmalar ve projeler yapılmış olup, somut çıktılar elde edilmiştir. Ancak yaygın ve kalıcı bir uygulamaya dönüşmemesi, okullarda sosyal hizmet uzmanlarının istihdam edilmemesine ve sosyal hizmetin temel işlevlerinden olan koruyucu-önleyici çalışmaların okul ortamlarında yürütülememesine neden olmaktadır. Sosyal hizmet mesleğinin uygulama alanlarından biri olan okul sosyal hizmetinin amaçları, uygulamaları ve sağladığı faydalar hakkında makro boyutlu politikaların geliştirilmesi, okul sosyal hizmetinin yasal zemininin oluşturulmasına katkı sağlayacaktır. Uygulamanın, öncelikle sosyoekonomik düzeyi görece düşük olan, toplumsal risk ve belirsizliklerin yoğun olduğu ve fırsat eşitsizliklerinin derin biçimde deneyimlendiği bölgelerde başlatılması gerektiği düşünülmektedir.
  • Yayın
    Yaşlı yoksulluğunu anlamak üzerine nitel bir araştırma
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kavalcı, Buse; İbrahimoğlu, Merve; Çamur, Gülsüm
    Konu: Bu araştırma, bireylerin gereksinimlerinin farklılaştığı özel bir dönem olan yaşlılık sürecinde karşılaştıkları ekonomik ve psikososyal sorunları sosyal hizmet perspektifinden ele almaktadır. Yaşlılık döneminde ortaya çıkan gelir kaybı, sağlık sorunları ve toplumsal statü kaybının yalnızca maddi yoksulluk yaratmadığı, aynı zamanda bireylerin ruhsal ve sosyal refahını olumsuz etkilediği gerçeği, araştırmanın temel problemini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, yaşlılık döneminde bireylerin karşılaştığı bu sorunların, sosyal hizmet bakış açısıyla değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Araştırma, Samsun ilinde yaşayan ve araştırmayı kabul eden 65 yaş ve üzeri bireylerle sınırlandırılmıştır. Amaç ve Kapsam: Bu araştırmanın temel amacı, Türkiye'de giderek zorlaşan ekonomik koşulların yaşlı bireyler üzerindeki etkilerini incelemektir. Araştırma, özellikle yaşlı ve dar gelirli bireyler üzerinde ciddi baskılar oluşturan ekonomik süreçlerin, onların yaşam pratiklerine ve sosyal ilişkilerine nasıl yansıdığına odaklanmaktadır. Gereksinimlerin farklılaştığı özel bir dönem olan yaşlılık dönemindeki bireylerin karşılaştığı ekonomik yoksunluk, yalnızlık ve sosyal izolasyon gibi zorluklar, sosyal hizmet perspektifinden ele alınmaktadır. Araştırmanın nihai hedefi, hızla artan yaşlı nüfusu dikkate alarak, yaşlı bireylerin yaşam kalitesini iyileştirmeye yönelik sosyal hizmet politikalarının geliştirilmesine katkı sunmaktır. Ayrıca, elde edilen bulguların sosyal politika yapıcılar ve sosyal hizmet uzmanlarına rehberlik etmesi amaçlanmaktadır. Yöntem: Araştırma nitel bir araştırma yöntemlerinden fenomenoloji deseniyle gerçekleştirilmiş olup, yarı yapılandırılmış görüşme formu ile veriler toplanmıştır. Çalışma grubunu 65 yaş ve üzeri, mahalle muhtarlıklarına çeşitli nedenlerle başvuran ve görüşmeyi kabul eden 4 kadın ve 4 erkek oluşturmaktadır. Veriler, araştırmacılar tarafından geliştirilen "Yaşlı Birey Görüşme Formu" aracılığıyla toplanmıştır. Görüşmeler, İlkadım ilçesindeki Ulugazi ve Fatih mahallelerinde yüz yüze, gönüllülük esasına dayalı olarak toplanmıştır. Betimsel analiz yöntemiyle tema ve kodlar oluşturularak analizler yapılmıştır. MAXQDA Nitel Veri Analiz Programı kullanılmıştır. Sonuç: Araştırmanın bulguları ve sonuçları bildirinin sunumunda detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
  • Yayın
    Yaşlılara yönelik evde bakım hizmetlerinin sağlık ve sosyal hizmet açısından değerlendirilmesi
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Tesir, Ezgi; Kumru, Büşra Ecem
    Amaç ve Kapsam: Gelişen tıbbi imkanlar ve yaşam koşullarının etkisiyle, ortalama yaşam süresinin uzaması, toplum genelinde yaşlı nüfusun oranını artırmaktadır. Bu demografik değişim, yaşlılık olgusunun sadece bireysel değil, toplumsal ve sosyal bir mesele olarak da ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Yaşlılık sürecinde, yalnızca sağlık ihtiyaçları değil, aynı zamanda yoksulluk, aile içindeki statü kaybı ve yalnızlaşma gibi sosyal problemler de gündeme gelmektedir. Bu sorunlar, yaşlı bireylerin yaşam kalitesini düşürmekte ve günlük yaşamlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu doğrultuda yaşlı bakımı sorumluluğunun sadece aile ile sınırlı kalmaması, devlet ve toplumun da bu süreçte aktif rol alması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Özellikle evde bakım hizmetlerinin, yaşlı bireylerin yaşam kalitesini artırmadaki önemine odaklanılmaktadır. Çalışmada, evde bakım modelinin mevcut durumda sunuluşu ve bu bağlamda sağlık ve sosyal hizmet boyutları ele alınarak, bu modelin yaşlı bireylerin yaşam kalitesine katkıları değerlendirilecektir. Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Evde bakım hizmetleri, yaşlı bireylerin mevcut yaşam ortamlarından ayrılmadan sağlık ve sosyal hizmetlere erişebilmelerine olanak sağlayan bir model olarak ön plana çıkmaktadır. Bu hizmetler, bireylerin hem sosyal çevreleriyle bağlarını korumalarına hem de sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olmaktadır. Mevcut evde bakım modeli içerisinde; kamu kurumlan, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları tarafından sunulan sağlık hizmetleri, sosyal bakım ve çeşitli destek hizmetleri yer almaktadır. Sonuç: Çalışmanın sonucunda, evde bakım hizmetlerinin, yaşlı bireylerin yaşam kalitesini artırmada, sağlık ihtiyaçlarını karşılamada ve sosyal izolasyonu önlemede önemli bir rol oynayacağı öngörülmektedir. Devlet, toplum ve sivil toplum kuruluşları arasındaki iş birliğinin, yaşlı bireylerin bağımsızlıklarını koruyarak daha nitelikli bir yaşam sürmelerine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
  • Yayın
    Afet sonrası eğitim alanında sunulan sosyal hizmet uygulamaları: Sichuan örnek bir model
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Görmüş, Kübranur
    Amaç ve Kapsam: Bu çalışmanın konusu, doğal afetlerin eğitim, sağlık, sosyal yaşam, eğlence ve çalışma hayatı gibi çeşitli alanlardaki olumsuz etkilerini ele alarak, afet sonrası sunulan sosyal hizmet uygulamalarını değerlendirmektir. Türkiye’de son yıllarda deprem, sel, orman yangınları ve heyelan gibi birçok doğal afet yaşanmıştır. 6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremler, eğitim alanında önemli değişimlere yol açmış ve halihazırda bu alanda hizmet sunan sosyal hizmet mesleğinin afet ve benzeri kriz durumlarındaki uygulamalarına olan ihtiyacı daha da belirgin hale getirmiştir. Bu durum, okul sosyal hizmet uygulamaları ve afet sonrası sunulan psikososyal destek çalışmaları kesişiminde de önemli bir yere sahiptir. Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Afetler, bireyleri, grupları ve toplumları fiziksel, sosyal, ekonomik ve çevresel boyutlarda olumsuz etkileyen, baş etme mekanizmalarını zorlayan ve bireylerin yaşamında kesintilere neden olan olaylardır. Bu olayların olumsuz etkileri profesyonel yardım çalışanları tarafından en aza indirilmeye çalışılmakta ve afet mağdurlarına psikososyal destek hizmetleri sunulmaktadır. Sosyal hizmet uzmanları da bu hizmetlerin sunumunda yer alan profesyonel meslek gruplarından biridir. Sonuç: Sichuan Modeli, 2008 Wenchuan depremi sonrası Çin’de uygulanmıştır. Bu model, sosyal hizmet alanına ekolojik yaklaşımı entegre ederek, okul, aile ve toplumu afet sonrası yeniden yapılanma süreçlerine dahil etmenin önemini vurgulamaktadır. Görülmektedir ki dünyadaki başka sosyal hizmet modellerinin de incelenmesi ve karşılaştırılması önemli olmaktadır. Bu noktada özellikle Türkiye ile benzer kültürel dinamikleri olan ülkelerin afet sonrası sosyal hizmet uygulamaları incelenmelidir. Dolayısıyla Türkiye’de afet sonrası sunulan uygulamaların değerlendirilmesi, sistematik hale getirilmesi, afet sonrası sosyal hizmet uygulamalarının etkinliğini artıracaktır. Sichuan Modeli’nin Türkiye bağlamında incelenmesi, gelecekteki afetlere hazırlık bakımından önemli bir unsur olmakla birlikte afet sonrası sunulan sosyal hizmet uygulamaları açısından da değerli bir perspektif sunmaktadır.
  • Yayın
    Sivil toplum kuruluşlarında sosyal hizmet süpervizyonu: Süpervizörlerin deneyimleri ve görüşleri
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kafes, Havva Nur; Ceylan, Gökçe; Gümüşer, Ecem Güneş
    Konu: Alanyazın incelendiğinde, sosyal hizmet süpervizyonuna dair çalışmaların yakın zamanda yoğunlaştığı; bu çalışmaların kapsamının genel olarak Kadushin ve Harkness (2002)’m sınırlarını çizdiği sosyal hizmet süpervizyonunun üç işlevi çerçevesinde olduğu görülmektedir. Araştırmaların büyük bir çoğunluğu, sosyal hizmet uzmanlarının uygulama sırasında etik karar verme süreçleri, tükenmişlik düzeyleri ve süpervizyon ihtiyaçlarına odaklanıldığı görülmektedir (Hafford-Letchfield, 2011; Karabenk, 2018; Karaman ve diğerleri, 2023; Ncube, 2019; Özkan, 2016). Ancak literatürde sosyal hizmet süpervizörlerinin deneyimlerine odaklanan az sayıda çalışma olduğu görülmektedir. Türkiye’de ise resmi olarak tanımlanmış sosyal hizmet süpervizyonu bulunmamaktadır. Kamu kurumlan özelinde süpervizyon sisteminin hiç kurulmadığı; meslektaşların akran süpervizyonu sistemi ile destek alabildikleri görülürken sivil toplum kuruluşlarında ise uluslararası fon sağlayıcıların ön koşulu nedeniyle süpervizyon sistemi geliştirilmeye çalışılmaktadır.Amaç ve Kapsam: Bu araştırmanın amacı, sivil toplum kuruluşlarında süpervizör olarak görev alan sosyal hizmet uzmanlarının süpervizyon ilişkisine dair bilgi, deneyim ve görüşlerini keşfetmek ve süpervizyona ilişkin öneriler geliştirmektir. Araştırmada, süpervizör olarak çalışan sosyal hizmet uzmanlarının süpervizyon sürecini nasıl anlamlandırdıkları ve meslektaşları ile nasıl bir süpervizyon ilişkisinde oldukları keşfedilmeye çalışılmıştır. Yöntem: Nitel yöntem ile tasarlanan bu araştırmada, sivil toplum kuruluşlarında göç ve toplumsal cinsiyet alanlarında çalışan 10 sosyal hizmet uzmanı ile derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiş olup araştırmanın 15 görüşme ile tamamlanması planlanmaktadır. Araştırmacılar tarafından oluşturulmuş yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmış ve derinlemesine görüşmeler online olarak gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerde elde edilen veriler, MAXQDA programı aracılığıyla Braun ve Clarke'ın (2006) tematik analiz yöntemiyle analiz edilmiştir. Bulgular: Şu ana kadar gerçekleştirilen derinlemesine görüşmeler kapsamında elde edilen bulgular dört ana tema altında analiz edilmiştir: Süpervizyonun Önemi ve Etkileri, Süpervizörlerin Rolleri ve Sorumlulukları, Karşılaşılan Zorluklar, Süpervizyona İlişkin Görüş ve Öneriler. Araştırma sonucunda, süpervizyonun uzmanların bilgi ve becerilerini artırmada önemli ve mesleki tükenmişliği önleme ve destek sağlama açısından kritik olduğu anlaşılmıştır. Süpervizörlerin genellikle rehberlik, değerlendirme ve eğitim rolleri üstlendiği görülmüştür. Sonuç: Bu araştırma, sosyal hizmet süpervizyonunun önemini ve süpervizörlerin süreçteki rollerini ortaya koymaktadır. Süpervizyonun uzmanların gelişimini destekleme, hizmet kalitesini artırma ve mesleki tükenmişliği önleme gibi olumlu etkileri olduğu görülmüştür. Bununla birlikte, süpervizyon sürecinde karşılaşılan zorluklar, özellikle zaman ve kaynak yönetimi konularında önemli engeller oluşturabilmektedir. Araştırma, süpervizyon kalitesini artırmak için önerilen stratejilerin uygulanmasının bu zorlukların üstesinden gelinmesine yardımcı olabileceğini göstermektedir. Süpervizörlerin eğitimlerinin ve destek sistemlerinin güçlendirilmesi ve hedef baskısının azaltılması yoluyla süpervizyon sürecinin daha etkili ve verimli bir şekilde yürütülmesine katkı sağlayacaktır. Türkiye'de sosyal hizmet süpervizyonun geliştirilmesi için bu alanda yapılacak yeni araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda, sivil toplum kuruluşlarında bir süpervizyon sistemi geliştirilmeye çalışıldığı anlaşılmakla birlikte süpervizörlerin sınırları net bir sistem içinde çalışmadıkları ve süpervizyonun işlerinin yalnızca bir parçası olmasından ötürü yalnızca süpervizyona odaklanan bir çalışmayı var edemedikleri ifade edilebilir.
  • Yayın
    Türkiye’de toplum temelli palyatif bakımın varlığı üzerine bir tartışma
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Dilmen, Fatma
    Amaç ve Kapsam: Bu çalışmada; evde palyatif bakım hizmetlerinin önemi, ülkemizde yapılandırılması ve geliştirilebilmesi sürecinde sosyal hizmet disiplininin varlığının ortaya konması amaçlanmaktadır. Bu kapsamda ilgili literatür taranarak bir durum değerlendirmesi yapılmıştır.Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Modern tıptaki gelişmeler ve artan yaşam beklentisi nasıl daha iyi ve saygın bir yaşam sürüleceğine dair tartışmaları doğurmuştur. Bu doğrultuda yaşam sonu bakımı kavramı ortaya çıkmış ve yaşamı tehdit eden hastalıklara sahip olan bireylere yönelik hizmet sunma esasına dayalı "palyatif bakım" modeli oluşturulmuştur. İlk başta her ne kadar sadece medikal bakım sağlanan merkezler olarak işlev görse de daha sonra hem hastayı hem de ailesini sürece dahil eden biyopsikososyal bir bakışa evrilmiştir. Son gelişmeler ışığında palyatif bakım; biyopsikososyal ve diğer sorunların erken teşhisi, değerlendirilmesi ve tedavisi ile yaşamı tehdit eden hastalıklara sahip hastaların ve ailelerinin yaşam kalitesini artırmayı amaçlayan bakım modeli olarak tanımlamaktadır (WHO, 2024]. Palyatif bakım hizmeti; multidisipliner bir ekip tarafından sağlanmaktadır. Multidisipliner ekibin içerisinde ise hekim, hemşire, fizik tedavi uzmanı, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, manevi destek uzmanı gibi farklı meslek dallarından profesyoneller bulunmaktadır (Finlay ve diğerleri, 2002]. Sosyal hizmet uzmanları da bu ekibin önemli parçalarından biridir. Sonuç: Bütün bu bilgi ve belgeler ışığında Türkiye’de toplum temelli bir pakya'^if bakım uygulamasının ülkemizde uygulanabilir bir noktaya gelebilmesi için sosyal hizmet disiplininin bakış ve müdahalelerine ihtiyaç duyulduğu sonucuna ulaşılabilmektedir.
  • Yayın
    Refah devleti ve sosyal devlet ikilemi açısından sosyal hizmet uygulamalarının insan hakları bağlamında değerlendirilmesi
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kılıç Karakelle, Ülviye
    Amaç ve Kapsam: Araştırmamızın genel amacı, sosyal hizmet hakkında derinlemesine bir anlayış geliştirebilmek için, insan haklarına dayalı olan bir sosyal hizmet anlayışının mümkün olup olmadığını ortaya koymaktır. Bu çerçevede sosyal politikaların uygulanmasında önemli bir rolü olan refah devleti ve sosyal devlet anlayışı ele alınmaktadır. Refah devleti politikalarına eleştiri niteliği taşıyan bu çalışmanın ana odağı sosyal hizmetin en önemli problemi olan yoksulluk sorununu toplumsal riskler açısından tartışmaya açmaktır. Bu tartışmanın hareket noktası Kuçuradi'nin etik ve insan hakları üzerine düşünceleridir. Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Sosyal hizmetin bireysel ve toplumsal olarak önemi hemen herkesin hiç tartışmadan kabul ettiği bir gerçektir. Tartışılması gereken şey, sosyal hizmetin hangi amaçlara hizmet edeceğidir. Bu nedenle öncelikle cevaplanması gereken "Nasıl bir sosyal hizmet ve devlet anlayışı olması gereklidir?" sorusudur. Ancak bu sorudan ziyade, önümüzde duran mesele sadece teknik ve mesleki bir sorunmuş gibi algılanmaktadır. Devletler, bir yandan sosyal hizmetin amaçlarını belirlerken diğer yandan bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için daha verimli yöntemler aramaktadırlar. Sonuç: Sosyal hizmet ve refah devletinin neliğinin, amacının tartışıldığı bu çalışmada: etik temelli, insan hakları bilgisinin hâkim olduğu bir sosyal hizmet anlayışının mümkün olup olmadığı sorusu sorulmuş ve refah devleti-sosyal devlet ikilemi, toplumsal riskler açısından tartışılmıştır.
  • Yayın
    İklim değişikliğinin yaşlı bireyler üzerindeki etkisinin iklim adaleti odağında ele alınması
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Alayvaz Güngör, Cansu
    Amaç ve Kapsam: Bu derleme çalışmanın amacı, iklim değişikliğinin yaşlı bireyler üzerindeki etkilerini iklim adaleti perspektifinden incelemeye çalışmaktır. Çalışma, iklim değişikliğinin yaşlı bireyler üzerindeki etkilerini çok boyutlu olarak ele almaktadır. Çalışma, iklim adaleti kapsamında yaşlı bireylerin savunmasızlıklarına dikkat çekmesi ve az sayıda çalışmanın olduğu bu konuda literatüre katkı sağlayacak olması nedeniyle önemli görülmektedir. Kuramsal/Kavramsal Çerçeve: Dünyanın karşı karşıya olduğu önemli sorunlardan biri olan iklim değişikliği, küresel bir halk sağlığı krizi olarak değerlendirilmektedir. İklim değişikliği, insan faaliyetlerinin ve doğal süreçlerin etkisiyle gelişen ve dünya genelinde uzun zaman diliminde gözlenen iklim koşullarındaki değişimlerdir. İklim değişikliği, sera gazlarındaki artış sebebiyle küresel ölçekte yaşanan aşırı hava olayları, deniz seviyesinde yükselme, sıcaklık artışları, ekosistemin bozulması, seller, kasırgalar, yangınlar gibi sorunlara yol açmaktadır. Sonuç: İklim değişikliğinin artan şiddeti ve etkileri hayatın her alanını etkilemekte ve giderek daha fazla olumsuz fiziksel ve sosyal yaşam koşulları yaratmaktadır. Özellikle sıcak hava dalgaları, hava kirliliği ve doğal afetler bireylerin yaşamlarını üzerinde olumsuz etkilere sebep olmaktadır. Bu etkiler bilhassa yaşlı bireyleri daha savunmasız bırakmaktadır. Yaşlı bireylerin iklim değişikliği nedeniyle maruz kaldıkları eşitsizlikler, adil ve kapsayıcı iklim politikaları ile dengelenmelidir. İklim değişikliğinin yaşlı bireyler üzerinde pek çok fiziksel ve ruhsal sağlık sorunu oluşturması sosyal hizmet disiplininin konuya daha fazla eğilmesini zorunlu kılmaktadır, iklim adaleti doğrultusunda savunuculuk çalışmaları ile iklim değişikliğinin yaşlı bireylerde yarattığı olumsuz etkilere dikkat çekilmesi ve etkin çözüm önerilerinin uygulanması oldukça önemlidir.
  • Yayın
    Düzensiz göçmen olarak yurtdışına giden kişilerin ailelerinin göç sürecine dair deneyimleri / Experiences of the families of irregular migrants on the migration process
    (T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Toğa, Halim
    Konu: Son yıllarda, ülkelerin sınır kontrollerini artırma çabalarına karşın uluslararası düzensiz göçlerde yoğunluk sürmektedir. Düzensiz göç süreçleri çeşitli itme ve çekme faktörlerine bağlı olarak küreselleşme süreciyle birlikte artan bir biçimde görülmeye devam etmektedir. Zorunlu göç etme sürecinin ana sebepleri çatışma, ayrımcılık ve istihdam olanaklarının sınır olmasından kaynaklanır. Dünya genelinde yaklaşık olarak 107 milyon civarında düzensiz göçmen vardır ve bu göçmen grubunun büyük bir bölümü gelişmekte olan ülkelerde bulunur. Türkiye'de düzensiz göçmenlerin yoğun olduğu ülkelerden biridir. Bu çalışmada düzensiz göçmen olarak Avrupa ülkelerine giden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kişilerin ailelerinin düzensiz göç sürecine dair deneyimleri incelenecektir. Amaç ve Kapsam: Düzensiz göç süreci her ne kadar ekonomik sebepler ile başlamış olsa da sürecin yasa dışı olması sebebiyle göç eden bireyler çok farklı risklerle karşı karşıya kalabilmektedirler. Özellikle sınırları yasal olmayan yollarla geçme süreçlerinde göçmenlerin fiziksel, duygusal olarak şiddete maruz kalmaları, ekonomik olarak sömürülme tehlikeleri vardır. Göç sürecindeki zorluklar göçmenlerin ruh ve beden sağlığına zarar verebilmektedir. Düzensiz göçmenlerin sıklıkla karşılaştıkları problemlerden bir diğeri yasal düzen ve kamu söylemindeki tanımlanma biçimleridir. Yasadışı göçmen söylemi hukuk ve sosyal bilimlerde tartışma konusu olmuş ve bu söylem biçiminin göçmenleri etiketlediği kabul edilmiştir. Yöntem: Bu çalışma nitel araştırma yöntemlerine uygun olarak tasarlanmıştır. Ailelerin deneyimlerinin anlaşılması hedeflendiği için fenomenolojik desen tercih edilmiştir. Çalışmada veri toplama aracı olarak görüşme tekniği kullanılmıştır. Çalışma kapsamında 10 kişi ile derinlemesine görüşme yapılmışdı. Yarı yapılandırılmış görüşme formunda yer alan sorular katılımcılara yöneltilmiştir. Görüşmeler yüz yüze ve katılımcıların uygun bulduğu ortamlarda gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Yapılan tematik analiz neticesinde çeşitli önemli bulgular elde edilmiş ve bunlar kategorileştirilmiştir. Bazı önemli kategoriler şöyledir: Göçe sebep olan ekonomik nedenler nelerdir, cinsiyetin düzensiz göç sürecine etkisi nedir, gidiş sürecinde ailenin sosyal ve ekonomik desteği nedir, ülke seçimini belirleyen sosyal destek sistemleri nelerdir, düzensiz göç sürecinde yaşanan zorluklar, düzensiz göç sürecinin aile üzerindeki etkisi nedir. Elde edilen bu temalar düzensiz göç sürecinde ailelerin deneyimlerini açıklamaktadır. Sonuç: Bu çalışmada elde edilen bulgular neticesinde düzensiz göç sürecinin geride kalan aile üyeleri üzerinde olumsuz psikolojik ve ekonomik etkilerinin olduğu saptanmıştır. Katılımcıların göç sürecinde yüksek düzeyde kaygı ve panik yaşadıkları ve bu durumun asıl sebebinin giden kişilerin sınırları geçiş sürecinde yaşadıkları tehlikelerden kaynaklığı saptanmıştır.